30 Ocak 2009 Cuma

DOĞAN

Yüksek hızlarda uçan kuşların özel kanat yapıları vardır. Havada uçan en "hızlı" kuş olan doğanlar, avlarına doğru hız aldıklarında, -ki bu genellikle başka bir kuş olur- öncelikle kanatlarını çırparak hızlarını arttırırlar ve sonra alçalmalarının son aşamasında kanatlarını arkaya doğru iterler. Bu süpersonik jetlerin görüntüsünü andırır ve böylece saatte 320 km.'nin üstünde bir hıza ulaşırlar.

David Attenborough, The Life of Birds, s.57

28 Ocak 2009 Çarşamba

VİRGİNİA GEYİĞİ

Bazı hayvanlar görsel sinyaller kullanırlar. Bir Virginia geyiği ilk tehlike işaretinde kuyruğunu yukarı doğru hafifçe vurur. Kuyruğunun alt tarafı tamamen beyazdır. Bu parça hayvanın tüm vücudu üzerindeki tek beyaz parçadır. Bu beyaz kısmın görünmesi sürüdeki bütün geyikleri aniden uyarır.

Russel Freedman, How Animals Defend Their Young? s.29

27 Ocak 2009 Salı

Sibirya semenderleri (Hynobias Keyserlingii)

Sibirya semenderleri (Hynobias Keyserlingii), donmuş toprakların metrelerce derinliklerinde yıllarca kaldıktan sonra buzları çözülür ve normal yaşama dönerler. Bu canlıların -50 0C sıcaklıkta bile yaşayabildikleri saptanmıştır. Sibirya semenderlerinin tek problemleri ani donmadır. Çünkü bu canlıların soğuğa alışmak ve antifiriz maddelerini üretmek için zamana ihtiyaçları vardır. "Antifriz maddeleri" semenderin kanındaki hücrelerde bulunan suyun yerine geçerek, dokuların keskin buz kristallerinden zarar görmesini önler. Bazı hayvanlar bu işlemleri yaparken donmamak için glikoz kullanırlar. Sibirya semenderinin bu mekanizmasının nasıl işlediği ise tam olarak bilinmemektedir.

New Scientist, Cilt 139, s.15

YAKALI KOLİBRİ

Yakalı kolibri (Coeligena torguatua), çiçek tozlarıyla beslenen bir kuş türüdür, ama diğer kuşlardan farklı bir özelliğe sahiptir. Çoğu kuş gibi gagasını çiçeğin içine sokarak yiyecek toplamaz. Çiçek tozu toplarken özel bir yapısı olan dilini kullanır. Dilinin ortası, iç içe girmiş iki V harfi biçiminde baştan sona oyukludur. Uzun dilini çiçeğin içine soktuğunda, çiçek tozları toplanır ve dil, ağız içine çekilirken hiçbir yere sürtünmediği için, toplanan besinde kayıp olmaz.

Bilim ve Teknik, Sayı 309, s.634

24 Ocak 2009 Cumartesi

Uzaydan dünyaya ışık bombardımanı

NASA, kaynağı bilinmeyen artan miktarda yüksek enerjili elektronlarn dünyaya gönderildiğini açıkladı.Kozmik ışıkların DNA’ya çarpmasının ciddi hasarlara neden olabileceği belirtiliyor.

ANKARA - Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) resmi internet sitesinde yer alan habere göre, dünya güneş sisteminin dışında, farklı bir kaynaktan gelen kozmik ışınların bombardımanı altında.

NASA’nın resmi internet sitesinden verilen habere göre, farklı uluslara mensup üyelerden oluşan bir araştırma grubu, şaşırtıcı bir şekilde artan miktarlarda yüksek enerjili elektronların, uzaydan dünyayı bombardımana tuttuğunu keşfetti. Daha önce dünya, kozmik ışınlara maruz kalsa da, bu kez ışınların güneş sisteminin dışında bir kaynaktan, dünyaya ulaşması bilim insanları tarafından heyecanla karşılandı. Habere göre, bu kozmik ışınların kaynağı bilinmiyor ancak, bu kaynağın güneş sistemine yakın olduğu ve karanlık maddeden oluşabileceği olasılığı üzerinde duruluyor.

Bunu büyük bir keşif olarak nitelendiren, Louisiana Üniversitesi’nden John Wefel ise "Kozmik ışınların farklı bir kaynaktan gelişine ilk kez tanık oluyoruz” diyor.

Galaktik kozmik ışınlar, ışık hızına yakın bir süratte yol alan ve uzak süpernova patlamalarından meydana gelen atom altı parçacıklarından oluşuyor. Bu ışınlar yüksek enerji parçacıklarından meydana gelen ince bir sis oluşturarak, Samanyolu boyunca toplanıyorlar ve her yönden güneş sistemine giriyorlar. Kozmik ışınların büyük bir bölümünü protonlar ve ağır atom çekirdekleri ve az bir kısmını da elektron ve foton karışımı oluşturuyor.

DNA’YA ÇARPMASI CİDDİ HASAR DEMEK

Kozmik ışınların DNA’ya çarpmasının ise ciddi hasarlara neden olacağı söyleniyor. Yüksek enerjili bir kozmik ışın parçacığının, canlı hücrenin yapısını bozacak hatta genetik malzemeyi (DNA) olumsuz yönde değiştirecek etkileri olduğu belirtilirken, ışınların bir başka etkisinin de uyduları ve yeryüzündeki elektrik interkonnekte hatlarını bozması olduğu kaydediliyor. (anka)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&Date=&ArticleID=909424

16 Ocak 2009 Cuma

AHTAPOTLAR, HD KALİTESİNDE GÖRÜYOR

Avustralyalı bilim insanı Renata Pronk'un yaptığı bir deneye göre, ahtapotlar HD televizyonu normal televizyondan ayırt edebilmekle kalmıyor, HD olarak izledikleri görüntünün ne olduğunu da anlayabiliyor.


Ahtapotların son derece gelişmiş ve kompleks bir göz sistemi vardır. Saniyede 25-26 kareden oluşan normal videolar, ahtapotlar tarafından sadece bir dizi fotoğraf olarak algılanmaktadır.

Saniyede 50 karenin akışından oluşan HD videolara ise, gördükleri nesne ya da varlık gerçekmişcesine tepki vermektedirler.

Yapılan araştırmalarda, televizyonda izledikleri yengece saldırırken, başka bir ahtapotun görüntüsünü korkutup kaçırmaya çalıştıkları gözlemlenmiştir.

Böylece, insan gözünün bile yapamadığı bu ayrımı yapabilen ahtapotların, “kusursuzca var edildiği” kanıtlanmıştır.

Kaynak:
http://www.smh.com.au/articles/2008/12/21/1229794225193.html

SAMANYOLU BİLİNENDEN DAHA HIZLI ÇIKTI

Bir grup astronom, Güneş Sistemi'ni de kapsayan Samanyolu Galaksisi'nin bugüne kadar düşünülenden çok daha hızlı döndüğü ve yüzde 50 daha büyük olduğunu tespit ettiklerini açıkladı.

Samanyolu'nun saatte 900 bin kilometre hızla döndüğü, Dünya'nın ise galaksinin merkezine 28 bin Işık yılı uzaklıkta olduğu tespit edildi.

Evrende böylesine süratle dönerken ise, biz tek bir baş dönmesi bile hissetmiyor, bu süratten etkilenmeksizin yürüyor, koşuyor ve uyuyabiliyoruz.

Kaynak:
http://www.genbilim.com/content/view/6450/52/

EN ESKİ ÖRÜMCEK AĞI 140 MİLYON YAŞINDA VE GÜNÜMÜZDEKİNİN AYNISI

İngiltere’nin güney kıyılarında dünyanın en eski örümcek ağının bulundu.

Jamie Hiscocks isimli amatör paleontolog tarafından kehribar kalıntıları içinde bulunan bu fosil bilinen en eski örümcek ağı kalıntısı.

Bu keşfe kadar bilinen en eski kalıntı 120 milyon yıl yaşındaydı ve İspanya’da bulunmuştu. Ama Hiscocks’un bulduğu ağ 140 milyon yıl öncesine, kadar uzanıyor.
Ağ, günümüzdeki örneklerinin aynı olmasıyla dikkat çekiyor.

Kaynak:
http://news.nationalgeographic.com/news/2008/12/081216-oldest-web-photo.html

NANO CİLA İLE DİŞ BAKIMI

Clarkson Üniversitesi’nden araştırmacılar diş çürüğüne karşı koruma amacıyla silikat nanoparçacıkları kullanıp dişin yüzeyinin iyileştirildiği yeni bir yöntem buldular.

Yarıiletken endüstrisinde kullanılan bir yöntem kullanılarak diş yüzeyi metrenin sadece milyarda birine kadar pürüz olacak şekilde “cila”landı.

Yapılan gözlemlere göre bu uygulama sonucunda düş yüzeyinin zararlı bakteriler için fazla “kaygan” hale geldiği saptandı.

Araştırmacılar bu tür bir uygulamanın diş yüzeyini bakterilerden koruyacağını öngörüyorlar.

Kaynak:

http://www.sciencedaily.com/releases/2008/12/081220085436.htm

8 Ocak 2009 Perşembe

İŞİTTİĞİMİZ DÜNYA "BİZE ÖZEL" OLARAK TASARLANMIŞTIR

Oxford Üniversitesi'ndeki beyin uzmanlarınca yapılan son araştırmalar, çok önemli bir gerçeği ortaya çıkarmıştır.

Her insanın beynindeki işitsel korteks, o kişinin kulağına gelen seslerin işitilmesine ve beyne iletiliş şekline göre "kişiye özel" tasarlanmıştır.

Bu şu anlama gelmektedir: Duyduğumuz, işittiğimiz herşeyin bize iletiliş şekli sadece bize özeldir. İşte bu yüzden, bir sanatçının sesini kimileri çok beğenirken diğerleri çok tiz ya da rahatsız edici bulabilir. Başka bir insanın kulakları ile duyuyor olmamız mümkün olmadığı için, etrafımızdaki dünyayı hep alıştığımız gibi algılarız. Ve herkesin de bizimle aynı şekilde algıladığını varsayarız.

Oysa ki, bu dünyanın tamamı yanlızca bize özeldir. Sadece "bize özel" kulağımız ile, beyindeki işitme merkezi arasındaki döşeli iletişim sisteminin tamamı her kişide farklı tasarlanmıştır.

Bu da, bu dünyanın tamamının "bizim için yaratılmış" bir algıdan ibaret olduğunun en net delilidir.

Kaynak:
http://www.thaindian.com/newsportal/health/the-world-would-sound-very-different-through-someone-elses-ears-2_10012823.html

PROTEİNİ TAKLİT EDEN SENTETİK MALZEME İLE PENCERELER BUZ TUTMAYACAK

Bilimadamlarına göre; pencerelerin, pervanelerin ve kanatların buz tutması kısa süre sonra sorun olmaktan çıkacak.

Winterthur'daki Zurich Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu'ndaki araştırmacılar, yüzeyler üzerindeki suyun donmasını nasıl engelleyebileceklerini keşfetti.

Arktik balıklarda bulunan bu protein, oluşmakta olan buz kristallerine kenetlenerek büyümelerini engelliyor ve böylece balığın donma derecesini düşürüyor.

Proteinin bu özelliği taklit edilerek geliştirilen sentetik malzeme, uçak pervanelerinin ve kanatlarının buz tutmasını engelliyor.

Bilimadamları, bu malzemenin rüzgar santrallerinin pervaneleri üzerinde de uygulanabileceğini düşünüyor.

Kaynak:
GEO Dergisi, Ocak 2009, syf. 23

SİVRİSİNEK MODEL ALINARAK, AĞRISIZ ENJEKSİYON GELİŞTİRİLDİ


Bilim adamları, sivrisineklerin hortumunu model alarak, yeni bir şırınga geliştirdi.

Sineğin hortumu ile aynı kalınlığa sahip olan iğnenin çapı normal iğnenin onda biri kadar bile değil.

İnceliği sayesinde derinin 3 milimetre kadar altına inebilen iğne, hastaya hiç acı vermiyor. Hasta, bir sivrisinek sokmasından fazlasını hissetmiyor.

Hintli mühendis Suman Chakrobarty tarafından geliştirilen şırınganın iğne ucu titanyumdan ve kan almaya elverişli...

Şırınga, sivrisineğin hortumundaki kas hareketlerini taklit eden bir mikromotor yardımıyla, sıvıyı kanülden pompalayabiliyor.

Kaynak:
http://www.dailytimes.com.pk/default.asp?page=2008%5C07%5C21%5Cstory_21-7-2008_pg6_11

6 Ocak 2009 Salı

MUCİZE BİR YARATILIŞ SÜRECİ: KROMOZOM EŞLEŞMESİ

Dişi hücrelerdeki X kromozomlarının biraraya gelip dizilme süreci, embriyo gelişimi için çok kritiktir. Belirli bi kromozomun çok az ya da çok fazla sayıda biraraya gelmesi, Down Sendromu ve Turner Sendromu gibi ciddi rahatsızlıklara neden olur.

Bu nedenle, embriyo gelişimde hayati önem taşıyan bu aşamada, dişi hücredeki X kromozomları XX ya da XY diziliminden başka bir dizilime izin vermemek için, eşleşme tamamlandıktan sonra deaktive edilir. X kromozomu inaktivasyon süreci olarak da bilinen bu hayati aşamada, X kromozomları "hızlıca" eşleşmelidir. Bu eşleşmeyi yaparken, X kromozomu çiftlerinin her bir tarafı birbirine yakın olmalı ve belirli bir sırada dizilmelidir. İki X kromozomunun bu yakın fiziki eşleşmeyi başaramaması hücrenin ölümüne neden olur.

Üremenin başarılı olabilmesi için, yaşayan hücreler üretilmesi gerekir. Yaşayan hücreler üretmek için ise; tüm kromozomlar bu süreçte , "aynı anda" eşleşmek "zorundadır".

Peki kromozomlar birbirlerini nasıl tanımakta, ve aynı anda nasıl eşleşmektedirler?

Warwick Ünivesitesinden fizikçi Dr Mario Nicodemi, bu eşleşme sürecinde bir X kromozomunun (inaktivasyon sürecinin bir parçası olarak) diğer X kromozomunu nasıl etkisiz hale getirdiğini araştırmıştır.

Yapılan araştırmada, CTCF ismi verilen bir proteinin, kromozomların eşleşmesinde önemli bir yere sahip olduğunu tespit etmiştir. Bu protein mutasyona uğratıldığında ya da DNA'dan silindiğinde, kromozomlar hiçbir şekilde eşleşmemektedir.

Peki, hiçbir şuuru olmayan bir protein nasıl olup da deaktivasyon sürecini "tam olması gerektiği zamanda" başlatmakta ve de "olması gereken süratte" gerçekleşmektedir?

Tek bir defa eşleşme imkanları olan X kromozomlarının tesadüfen birbirlerine bağlanmalarını seyreden proteinin aklına birden "Down Sendromu" ve "Turner Sendromu" gibi ciddi rahatsızlıkların gelmesi, ve böyle ciddi hastalıklara ya da hücre ölümlerine sebebiyet vermemek için doğru miktarda X kromozomunun eşleşmesine karar vermesi ve bu verdiği kararı uygulayacak bir kimyasal işlem gerçekleştirmesi gibi bir bir durum elbette söz konusu olamaz.

Üstelik, bu kadar ince hesaplara bağlı bir eşleşme işlemini süratle gerçekleştirmek zorunda olan proteinin, deneme yanılma yoluna başvurmasına da imkan yoktur.

Tüm bu karmaşık süreçlerin ve hesaplamaların oldukça süratle ve tek bir anda gerçeklemesi gerekmektedir.

Tek başına proteinden gelen komut da yeterli değildir. Kromozomların, proteinden gelen komutu hem anlaması hem de hatasız uygulayabilmesi de hayati öneme sahiptir. Bu kimyasal iletişim, iki ayrı dili konuşan insanın kendi aralarında üçüncü bir dil kullanarak anlaşmalarından daha da şaşırtıcıdır; çünkü burada söz konusu akıl ve şuur sahibi insanlar değil; milimetrenin binde birinden daha küçük kromozomlar ve proteinlerdir.

Eşleşme sürecindeki tek mucize, proteinlerden gelen kimyasal komutların kromozomlar tarafından adeta birer kimya profesörü gibi çözümlenmesi değildir. Kromozomların gelen komuta göre doğru eşleşmeyi gerçekleştirmesi de oldukça ilginçtir. Kromozomlar doğru eşlerini, kilometrelerce uzunluğunda kapkaranlık bir ortamda bulmak zorundadırlar. Bu durumun ne denli mucizevi olduğu bir örnek ile daha iyi anlaşılacaktır:

Gözlerimiz bağlı, karanlık bir odada olduğumuzu, önümüzde 1.000 parçalı bir yapboz olduğunu ve her parçayı yanlızca birkere eşleştirebileceğimizi varsayalım. Vakit olarak da bize sadece 1 saat verildiğini farzedelim. Elbette böyle bir koşulda, 1.000 parçanın tamamını doğru şekilde eşleştirme ihtimali "akıl ve şuur sahibi" insan için bile oldukça düşüktür. Oysa kromozomlar bu muazzam eşleşmeyi saniyelerden bile daha kısa zaman dilimleri içinde "hatasız" gerçekleştirmektedirler.

İşte, tüm bu süreçleri gerçekleştiren, an an Yaratan ve kontrol eden Allah'tır. Protein'e görevini ilham eden, kromozomları bir düzen içinde biraraya getiren ve böylece bir "damla sudan" iken bize "şekil ve suret veren" Allah'tır.

"Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir."
(Hac Suresi,5)


Kaynak:
http://www.biologynews.net/archives/2008/12/26/how_chromosomes_meet_in_the_dark_switch_that_turns_on_x_chromosome_matchmaking.html

3 Ocak 2009 Cumartesi

BİR İLETİŞİM MUCİZESİ: YÜZ KASLARI

Yüz kasları, gün içinde en sık kullandığımız kaslar arasında gelir. Yemek, içmek dışında iletişim kurmak için de yüz kaslarımıza ihtiyacımız vardır.

İletişim denilince, akla ilk gelen konuşmaktır. Konuşurken kullandığımız, açık ve kapalı harfler, farklı sesler, tonlamalar ve vurgular ağız kaslarımızın yardımıyla gerçekleşir.

Ancak; iletişim sadece konuşmaktan ibaret değildir. Mimikler de büyük rol oynar. Bir kişinin sadece yüz ifadelerine bakarak, ruh halini anlamak ve o an düşündükleri konusunda çıkarımda bulunmak mümkündür.

Şaşkınlık, hayranlık, sevinç, korku, heyecan, üzüntü … vb. her bir duygunun ayrı bir ifadesi bulunur. Peki, bu ifadeler nereden gelmektedir?

Evrimciler, uzun yıllardır bu ifadelerin öğrenildiğini -yani sonradan gözlem yoluyla kazanıldığını- iddia etmişlerdir. Ancak, bilimadamlarının yaptıkları son araştırmalar, yüzümüzdeki mimiklerin öğrenilmediğini her birinin genlerimize “önceden” yüklendiğini kanıtlamıştır.

San Francisco Devlet Üniversitesi Psikoloji Profesörü David Matsumoto tarafından yapılan araştırmada, 2004 Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları’nda çekilen görme özürlü atletlere ait yüz ifadelerinin fotoğrafları karşılaştırılmıştır. 23 ülkeden atlete ait 4.800’den fazla fotoğraf üzerinde yapılan araştırmada farklı ülkeden gelen ve doğuştan görme özürlü atletlerin aynı jest ve mimikleri kullandıkları tespit edilmiştir.

Araştırma, yüzümüzdeki tüm mimiklerin genlerimize önceden yüklendiğini yani yaratıldığını ispatlamıştır.

Her bir hissi bize veren Allah, her bir hissin ifadesini (dilini) de bize öğretmiş; bizim için sadece konuşmayı değil, konuşurken bize kolaylık sağlayacak mimikleri de var etmiştir.

Şüphesiz bu, farklı kültürlerden gelen ve farklı dilleri konuşan insanlarla birarada yaşadığımız dünyada Rabbimiz’in bize verdiği en güzel nimetlerdendir.

Her Yaratma’yı bilen Allah, bize sadece ses vermemiş; verdiği sesi de jest ve mimiklerle desteklemiştir. O’nun yaratmasında hiçbir eksiklik, kusur yoktur.

“O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3-4)


Kaynak: http://www.biologynews.net/archives/2008/12/29/facial_expressions_of_emotion_are_innate_not_learned_says_new_study.html