29 Kasım 2009 Pazar

DANS EDEN ALGLER



Bilim adamları, alglerin birbirlerinin etrafında dans ederek gruplar oluşturduğunu keşfetti.


Araştırmacılar, Volvox isminde çok hücreli bir organizmayı araştırdılar. Bu organizma, küresel matrisinin yüzeyinde yaklaşık 1000 hücre içeriyor. Her bir hücre flagella olarak bilinen iki adet tüyümsü uzantıya sahiptir. Bu uzantıların itmesiyle koloni sıvı boyunca hareket ediyor ve bir eksen etrafında dönmeye başlıyor.


Araştırmacılar, yüzeye yakın yerde yüzen kolonilerin iki çeşit “bağlı durum” ortaya çıkardıklarını keşfettiler.

Bunlardan biri; vals… Vals halindeyken, iki koloni birbirlerinin etrafında bir yörüngeye oturuyorlar. Ve aynı Dünya’nın Güneş’in etrafında dönmesi gibi, birbirlerinin etrafında dönmeye başlıyorlar.

Diğeri ise saray dansı da denilen menüet… Menüet halindeyken; koloniler adeta bir saatin sarkaçı gibi ileri geri sallanıyorlar.

Evrimcilerin sözde basit olduğunu iddia ettikleri alg gibi canlıların, bu denli şuurlu hareket etmeleri evrim teorisi için son derece can sıkıcı bir durumdur.

Nitekim, bu kadar ufak canlıların dans gibi estetik ve bilinç gerektiren bir davranışı gösterebilmeleri son derece mucizevi bir durumdur.

Alg gibi son derece minik bir organizmayı bile, Allah tüm detayıyla, en ince ayrıntısına kadar var etmiştir.

Allah’ın Üstün Aklının ve Yaratma Sanatının delili olan bu durum araştırmayı yürüten akademisyenlerin de dikkatini çekmiştir.

Uygulamalı Matematik ve Teorik Fizik Departmanı’nda Kompleks Fiziksel Sistemler Profesörü Raymond E. Goldstein’ın bu durumun mucizeviliğini vicdanen kabullendiği şu sözlerinden hissedilmektedir:

“ Bu çarpıcı ve bilinmeyen sonuçlar bize yalnızca hayatın güzelliğini ve görkemini değil; aynı zamanda çok basit içeriklerden hayranlık uyandıran fenomenler çıkabileceğini de hatırlatıyor.”


Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler (deliller) vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru."


(Al-i İmran Suresi, 190-191)


Kaynak: http://www.sciencedaily.com/releases/2009/04/090420103551.htm

BAKTERİLER NASIL YÜZÜYOR?


Bir havuzda yüzdüğünüzü hayal edin. Su içerisinde hareket edebilmek için yaptığınız işlem; ellerinizi ve kollarınızı hareket ettirmektir.


Fakat, küçük organizmalarda, bu durum çok daha farklıdır. Örneğin, mikropların sürati ve yönü, etraflarını saran sıvıya bağlıdır.

Bakterilerin yüzmesi ise; bizim tüm ağırlığımızı kaldıran su yerine bir havuz dolusu balın içinde yüzmemize benzetilebilir.

Caulobacter Crescentus isimli bir bakterinin yüzme şeklini inceleyen bilim adamları, bakterilerin yüzerken akıntıdan çok ciddi oranda etkilendiklerini keşfettiler.

Bu tek hücreli bakterinin zıt yönlere hareket eden başı ve kuyruğu, ona yönünü belirlemede yardım etmektedir. Bir diğer etken de Brown devinimidir.

Brown devinimi, bir sıvı ya da bir gaz içinde katı asıltı halinde bulunan, boyutları birkaç mikrometreden küçük parçacıkların yaptığı düzensiz devinime denir.

Caulobacter bakterisi, kamçılı bir tek hücreli organizmadır. Yüzdükçe, yuvarlak başı bir yöne hareket ederken kuyruğu da diğer yöne hareket eder. Bu da bir tork (yani kuvvet momenti) oluşturur.

Ancak; Caulobacter’i hareket ettiren tek kuvvet bu değildir. Aynı zamanda da Brown devinimden de faydalanır. Başka bir deyişle, yüzerken etrafında bulunan su molekülleri tarafından adeta langırt gibi itilir.

Hidrodinamik ilişkinin çift etkisi ve Brown devinimi Caulobakter’in yüzerken oluşturduğu dairesel şekilleri açıklar. Başka bir deyişle, bakterilerin düz ve doğru bir yöne doğru hareket edemediklerini gösterir.

Yapılan araştırmalar, bakterinin yüzme davranışı ile ilgili bir başka ilginç durumu daha ortaya çıkarmıştır. Caulobacter’in yüzerken çizdiği daireler, bakterinin yüzey sınırlarına yaklaşmasıyla darlaşır.

Yüzeye iyice yaklaştıktan sonra, sapının ve vantuzlarının yardımıyla yapıştırıcı bir özellik kullanarak katı maddelere sabit bir şekilde tutunur ve burada çoğalarak kendi kopyalarını oluşturur.

Burada, dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus vardır. Caulobacter’in yaşamını (soyunu) devam ettirebilmesi için; çoğalması gereklidir. Bu çoğalma işlemini de ancak katı bir maddeye (örneğin cam bir yüzeye) yapışıp tutunarak gerçekleştirebilir. Bunun içinse, yüzeye yaklaşması yani yüzmesi gerekir.

Caulobacter’in yüzebilmesi için ise; vücudunda sahip olduğu uzuvların hiçbiri tek başına yeterli değildir. İki tane fizik kuvvetinden destek alması şarttır. Bir bakterinin herhangi bir fizik kuvvetini bilmesi ve bu fizik kuvvetlerine hükmetmesi gibi bir durum elbette ki beklenemez. Üstelik bakteri, beyin gibi herhangi bir kontrol ya da karar alma organına da sahip değildir. Şüphesiz, Caulobacter’in yüzmesi canlının vücudundaki her uzvun bilgisine ve tüm fizik kuvvetlerine hakim olan Yüce Allah’ın ilhamıyladır.

Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." (Bakara Suresi, 32)

Kaynak: http://www.sciencedaily.com/releases/2008/11/081119151515.htm









EN ESKİ DENİZ ANASI FOSİLİ, 500 MİLYON YIL YAŞINDA




Kansas Üniversitesi’nden araştırmacılar, 500 milyon yıl yaşında bir deniz anası fosili buldular.


Bulunan fosil, bugüne kadarki deniz anası fosillerinden 200 milyon yıl daha eski bir döneme uzanıyor.

Kansas Üniversitesi’nde ekoloji ve evrimsel biyoloji alanında doçent olan Paulyn Cartwright, “ Fosil kayıtları, yuvarlak şekilli lekelerle dolu ve bu lekelerin bazıları deniz analarına ait. Tarif ettiğimiz fosillerin bu kadar ilginç olmalarının nedenlerinden biri de bu; çünkü belirgin çan bir çan şekli, dokunaçlar, kas izleri ve hatta eşey organını görebiliyorsunuz” diyor.

Ünlü bilim sitesi Science Daily haberi, “bulunan türün bugünkü modern denizanalarıyla aynı kompleksliğe sahip” sözleriyle yorumladı.

Kaynak: http://www.sciencedaily.com/releases/2007/10/071030211210.htm

28 Kasım 2009 Cumartesi

RNA İLE İLGİLİ SON KEŞİFLER ÇIĞIR AÇIYOR



Hücre içerisinde RNA’nın faaliyetlerini izleyebilmek, bugüne kadar mümkün değildi. Ancak; bilim adamları geliştirdikleri üst düzey bir mikroskop ve dedektör sistemi sayesinde RNA’nın hücre içerisindeki hareketlerini gözlemlemeyi başardılar.


Çıkan sonuçlar ise; bugüne kadar RNA hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimizi ortaya koydu.

İşte RNA hakkında öğrendiklerimiz:

  • Hücre zarının dış çeperi boyunca yerleşmiştir. Hücre stoskeletini (hücre iskeletini) üreten proteinlerdekine benzer sarmalımsı yapılar örerler. Bu yapılar, DNA’nın kopyalanarak çoğaltılmasında, hücre bölünmesinde ve diğer önemli işlemlerde görev almaktadır.
  • Bunlar, bakteri hayatındaki tüm değişiklikleri kontrol eden gerekli elementlerdir.
  • RNA, DNA ve proteinden farklı olarak çok daha hareketli, adeta mobildir; daha az oranda durağandır.
Buradaki bilgiler, evrimciler açısından son derece üzücü haberlerdir. Çünkü yıllardır
ideolojilerinin bilimsel kılıfını teşkil eden evrim teorisi için yıkıcı niteliktedir.

RNA olmadan, hücrede DNA’nın kopyalanması işleminin gerçekleşemeyecek olması demek; DNA ile RNA’nın hücrede aynı anda var olmasının zorunlu olduğu anlamına gelmektedir. Bu da, kör tesadüflerin yürüttüğü bir deneme yanılma sürecine değil; her şeyin bilgisine hakim, tek bir Akıl tarafından yaratılışın delilidir.

Hücre bölünmesinde, RNA’nın oynadığı rol ise; son derece çarpıcıdır. Bu şu demektir: İlk hücre var olduğu anda, içerisinde RNA’yı barındırmıyorsa; bölünüp çoğalamayacak ve yaşam daha başlamadan bitecektir.

RNA’nın hücre içerisindeki yerinin sabit olmaması ve hareketli olması ise; son derece mucizevi bir durumdur. RNA’nın hücre içerisindeki yerini ve hareketini bugün takip edebilmemiz 21.yüzyıl teknolojisiyle bile kısmen mümkün olabiliyorken; akıl ve şuurdan yoksun bir hücrenin milyonlarca yıl önce –tabiri caizse- kendi anatomisini ve yapısını inceleyip RNA’nın görevlerini belirlemesi ve bu görevlerine uygun olarak ona bir yer verebilmesi ve bölünen her hücrede de -sürekli hareket eden bir organel olmasına rağmen- Rna’nın yerini hücre zarının dış çeperinde tutabilmesi gibi bir durum elbette mümkün değildir.

Bu; ancak her şeyin bilgisine hakim Üstün Akıl ve İlim Sahibi Allah’ın yaratması ile mümkündür. Hücre içerisinde, RNA’yı var eden Allah, ona yapacağı tüm görevleri ilham etmiş ve o da itaat etmiştir.

“ Göklerde ve yerde olanların hepsi, Mülkün Sahibi, Eksiklikten Münezzeh, Aziz ve Hakim olan Allah’ı tesbih eder.” (62:1)

Kaynak: http://www.sciencedaily.com/releases/2009/10/091022134448.htm

13 Kasım 2009 Cuma

Yanardağlar birer birer canlanıyor

Dünya'nın dört bir yanında faaliyete geçen yanardağlar, büyük depremlerin de habercisi olabilir. Uzmanlar 41 yanardağın 2009 yılı başından bu yana faaliyete geçtiğini açıkladı.

PATLAMA TEHLİKESİ OLAN YANARDAĞLARIN GÖRÜNTÜLERİ

Amerika’da 3 bin 108 metrelik Redoubt, 1 bin 730 metrelik Cleveland volkanları ve devasa bir volkanik patlama çöküntüsü olan 3 bin 142 metrelik Yellowstone Caldera’da lavlar yükselmeye başladı.

Sadece Amerika’da değil, İtalya’dan Endonezya’ya kadar onlarca yanardağdan duman ve lav yükseliyor. Son olarak Filipinler'deki 2 bin 463 metrelik Mayon Yanardağı’ndan dumanlar yükselmeye başladı.

Uzmanlar yanardağın her an patlayabileceği konusunda uyarıda bulundu. Mayon yanardağı 1814’te patladığında bin 200’den fazla insan hayatını kaybetmiş ve bir kasaba yok olmuştu. Yanardağ 1979 yılında faaliyete geçtiğinde ise 79 kişinin hayatına mal oldu.

TÜM DÜNYA ALARMDA

Dünya’nın dört bir yanında ise uzmanlar patlama olasılığı olan volkanlara karşı uyarılarda bulunuyor. Bali, Endonezya’da Kasım ayının başı ile yapılan uyarılarda Batur volkanının her an patlayabileceği belirtildi.

Şili’deki Chaiten Volkanı ise Ekim ayında yapılan sismik ölçümlerde endişe verici sinyaller verdi. Uzmanlar yanardağın ağzının genişlediğini ve uzun bir süreden beri bu büyümenin yaşandığını açıkladı.

Hint Okyanusu'ndaki 2 bin 631 metre uzunluğundaki Piton de la Fournaise yanardağı 2007’den sonra yine lav püskürmeye başladı.

PATLAMALAR VE DEPREM

İtalya’daki Etna yanardağı ise 7 Kasım’da tekrar faaliyete geçerek, 4 ay aradan sonra püskürdü ve 4.4 büyüklüğünde bir deprem meydana getirdi.

Endonezya’da 9 Kasım günü yaşanan 6.7 büyüklüğündeki depremin merkez üssünün Tambora Volkanının 78 km doğu ve 18 km derinliği olduğu kaydedildi.

Yine Endonezya’da Ağustos ayından itibaren lav püskürmekte olan Krakatau Volkanı 3 Kasım tarihinde ciddi yer sarsıntılarına neden oldu.

SEBEP MANYETİK ALAN MI

Uzmanlar Avrupa, Asya, Afrika, Amerika ve Antartika kıtaları ile; Pasifik, Hint ve Atlantik okyanuslarında 41 yanardağın faaliyette olduğunu belirtti. Bilim insanları dünyanın erimiş iç çekirdeğinden yükselen lavların yeryüzüne çıkabilmesinin manyetik alanlar ile ilgili olabileceğini iddia ediyor.

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/12928354.asp?gid=200

10 Kasım 2009 Salı

CERN'i ekmek kırıntısı durdurdu

Yüzyılın en büyük deneyini bir kuşun düşürdüğü ekmek kırıntısı durdurdu.

Yüzyılın en büyük deneyinin gerçekleştirileceği CERN'de Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC)'nın içine ekmek parçası kaçtığı için, bazı bölümlerinin aşırı ısınma sonucu bozulduğu açıklandı.

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC), bir kuşun düşürdüğü ekmek parçası yüzünden tamamen durduruldu. Hızlandırıcının proton çarpışmasına sahne olacak tünel kısmı dışındaki aksamın bir bölümünde meydana gelen olay ertesinde, LHC'de ek güvenlik önemleri alınmasına karar verildi.

Popular Science dergisinin haberine göre olay meydana geldiğinde hızlandırıcı bekleme modundaydı. Ancak hassas dedektörlerle donatılmış bulunan hızlandırıcıya düşen ekmek parçası, bazı bölümlerde normalin üstünde ısınmaya yol açtı.

LHC yetkilileri, küçük kazanın LHC'nin bu ay sonunda planlanan deneyi geciktirmeyeceğini açıkladı. Ancak dünyanın en karmaşık ve büyük makinesi olarak nitelendirilen LHC'deki güvenlik önlemlerinin derecesi bir kez daha tartışma konusu oldu.