30 Aralık 2009 Çarşamba

Teknolojide inanılmaz dönem!


Teknoloji dünyasını derinden sarsacak yeni bir sistem üzerinde çalışılıyor
 
Parmaklarınızla hiçbir şey kullanmadan fotoğrafların üzerine tıklayabileceğiniz, bir kağıt parçası üzerinde oyun oynayabileceğiniz, gazete kağıdı üzerinde film izleyebileceğiniz ya da avuçlarınızın içinde hesap makinesi kullanabileceğiniz bir teknoloji düşünün...
İşte bu inanılmaz teknoloji artık çok yakında! Ted Pranav'ın geliştirdiği yazılım sayesinde tüm bunlar gerçek olacak gibi gözüküyor.

6. His (SixthSense) isimli sistemle, sadece parmaklarınızı kullanarak bilgiye nerede olursanız olun anında ulaşabileceksiniz.

Prototipi geliştirilen yeni teknoloji sayesinde dijital ve gerçek dünya tamamen bir araya geliyor. Parmak uçlarına takılan sensörlerden ve boyna takılan kamera-projektör karışımı bir cihazdan oluşan 6. his isimli sistem, dijital dünyayı birebir gerçek hayata taşıyor.

Massachusetts Institute of Technology'de çalışan uzmanların geliştirdiği 6.His'le herhangi bir yüzeyde e-postalarınızı okuyabilecek, dört parmağınızı birleştirerek fotoğraf çekebileceksiniz.

Yazılımın en güzel özelliklerinden biri de herkese açık olması. Yazılımı kullananlar yeni özellik ekleyebilecek ya da istediği gibi modifiye edebilecek.

http://www.haberturk.com/ekonomi/haber/197217-Teknolojide-inanilmaz-donem.aspx

28 Aralık 2009 Pazartesi

YABAN ARISINI YARDIMA ÇAĞIRAN BİTKİ


Bazı bitki türlerininin yardım istemek için başka canlılarla haberleşerek kimyasal bir “imdat” çağrısında bulunduğu uzun zamandır bilinmektedir.

Benzer stratejiyi uygulayan birçok bitki vardır ama bu bitkilerin kullandıkları senaryolardan korku filmlerini andıranı birtanedir.

Bilim adamlarının keşfettikleri bir bitki, gövdesini yaprak bitleri sardığında bir kimyasal salgılayarak, siyah yaban arılarını yardıma çağırır.

Çağrıyı alan siyah yaban arıları, hemen harekete geçerler.

Ancak, çağrının diğer yaban arılarına değil de, sadece siyah yaban arısına yönelik olması bir rastlantı değildir.

Siyah yaban arısı, bitkiye geldiği gibi yaprak bitlerine doğru yönelir. Ancak onları öldürmez. Adeta süründürür.

Siyah yaban arısı, larvalarını yaprak bitinin içine yapmaktadır. Ve larvayı, bitin içerisine bıraktığı gibi larvanın yiyeceği de hazırlanmış olur.

Yaban arısının yavrusu, yaprak bitinin içerisinde büyürken yaprak bitinin organlarıyla beslenir ve adeta onu içten içe yer.

Bit ölünce de, gövdesini koza olarak kullanır ve kuluçka döneminden sonra keserek dışarı çıkar.
Bu nedenle siyah yaban arıları, imdat çağrısı veren bu bitkiyi yaprak bitlerinden kurtarabilecek tek canlıdır. Çünkü tek bir siyah yaban arısı, "200" tane yaprak bitinin içerisine yumurtasını bırakabilir.

Buraki plan son derece iyi düşünülmüş ve hiçbir hataya yer bırakmayacak şekilde tasarlanmıştır. Elbette, ne siyah yaban arısının ne de bir bitkinin bu kadar hatasız ve detaylı bir planı tasarlayabilmesi ve o yönde kimyasal geliştirebilmesi söz konusu değildir.

Bir bitkinin, yaprak bitlerini siyah yaban arılarının öldürdüğünü gözlemleyebileceği gözleri ya da yaptığı gözlemin sonucunda bir strateji geliştirmeyi akledebileceği bir beyni yoktur. Diğer yaban arıları arasından siyah yaban arısını ayırd edebilmesi de mümkün değildir. Sadece o türe çağrıda bulunacak bir kimyasal üretebilmesi gibi bir durum ise, hiçbir şekilde akla ya da mantığa sığmayacaktır.

Şüphesiz, tüm bu detaylı plan bitkiye de, arıya da Hakim, yeryüzündeki Her şeyin Bilgisine Sahip, her canlıya görevini vahyeden, Üstün İlim ve Akıl Sahibi Allah’ın yaratmasıdır.

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp denetlemediği hiç bir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)"

Hud Suresi, 56

Kaynak: National Geographic

23 Aralık 2009 Çarşamba

DANS EDEN KUŞ



Dans etmek, belirli bir ritim duygusu, bilinç ve çok çalışmak gerektirir. Estetik bir görünüm için hareketleri özenle seçmek, belirli bir motifi takip etmek, kasları birbirine paralel hareket ettirmek gibi bir çok koordine işlem gerektirir.
Beyin, dans ederken bir sürü paralel işlemi ard arda yapar.

Bu nedenle de, dans eden birini görmek ve izlemek çok hoşumuza gider. Çünkü tüm bu işlemlerin hepsinin son derece estetik ve uyumlu bir hale gelmesi çok zor bir prosedürdür.


Televizyonda gördüğümüz dansçıları ve sanatçıları bu nedenle beğenerek izler ve takdir ederiz.


Ancak; yağmur ormanlarında yaşayan bir kuş türü; tanıdığımız tüm bu dansçılardan çok daha iyi dans etmektedir.


Çiftleşmek için dişisine dans eden bu kuş türü, dişisini etkilemek için aynı ünlü Ay Yürüyüşü dansında olduğu gibi geri ve ileri hareketler yapar, ayaklarını kaydırır. Ve tüm bunları da son derece estetik bir şekilde yapar.


Ancak burada unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. Şüphesiz ki, bu kuşun kendine bir kareogrofi belirlemesi, dans figürlerini inceleyerek içinden etkileyici olanları tespit etmesi gibi bir durum söz konusu değildir.


Bahsettiğimiz canlı, hiçbir şuura ve bilince sahip olmayan bir kuştur. Allah ona rahmet etmiş, ve neslini devam ettirebilmesi için onu bu bilgiyle yaratmıştır.

20 Aralık 2009 Pazar

AVUSTURALYA YARASASI




Güney Amerika’da keşfedilen bir yarasa türünün dili, bir yaratılış harikasıdır.

Anoura fistula adı verilen türün dili, yarasanın vücudunun 1.5 katı uzunluktadır. Bu özelliği ile vücuduna oranla dünyanın en uzun diline sahip memelidir.

Yarasa, Centropogon nigricans adı verilen borazan şeklindeki bir çiçeğin nektarı ile beslenir. Ancak çiçeğin nektar bulunduran yeri oldukça dar ve uzundur.

Yarasa, bu nektarı alabilmek için çiçeğe yaklaştığında dilini süratle dışarı doğru fırlatır. Bu süratte bu kadar uzun bir mesafeye dilini gönderebilmesini ise, çok özel bir kas sistemi sağlar.

Dili, çenesinin arkası yerine canlının göğüs kafesinden başlar. Neredeyse, kalbine yakın bir bölgededir.

Ağzının arka tarafından başlayıp göğsüne doğru uzanan yerde, bir tüp bulunur. Yarasanın çiçeğin nektarından aldığı her yudumda, dil bu tübün içerisine süratle girer ve çıkar.
Centropogon nigricans çiçeğinin nektarı ile beslenen yarasa, bu çiçeğin içindeki nektara erişebilecek tasarıma sahip tek canlıdır.
Bu yarasadan başka, hiçbir canlı çiçeğin nektarına erişemez. Başka deyişle, çiçeğin döllenmesine yardımcı olabilen tek canlı da bu yarasadır.

Yarasa, çiçeğin nektarını almak için her uzanışında tüylerine çiçeğin polenlerini bulaştırır ve bu şekilde çiçeği döller.

Allah, yaratma sanatının bir zenginliği olarak, yeryüzündeki her canlıdan çeşit çeşit yaratmıştır.

Bitkiler son derece estetik bir görünüme sahip oldukları gibi, canlılığın devamında da çok önemli bir yere sahiptirler.

Allah, Katı’ndan bir rahmet olarak yeryüzünde birbirinden farklı renkte, motifte ve şekilde bitkiler var etmiştir. Şüphesiz Allah, sadece tek bir tip bitki var ederek de bu düzeni devam ettirmeye kadirdir.

Ancak, bitki örtüsünün bu kadar çeşitli olması ve insanın ruhuna bu denli hoş gelen bir görünümünün olması Allah’ın üzerimizdeki rahmetindendir.

Bitkileri çeşit çeşit yaratan Allah, her bir bitkinin döllenme şeklini de çeşit çeşit kılmıştır. Onda da bir tekdüzelik değil, son derece büyük bir zenginlik ve bolluk vardır.

Allah, dilerse bir canlıyı anne karnında var edebildiği gibi, sadece bir tozdan (bir polenden) da yaratmaya Güç Yetiren’dir.
"O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “Ol” der. O da hemen oluverir.” (Meryem Suresi, 35)
Yeryüzünde an be an kaç tane bitkinin öldüğü, kaç tomurcuğun filizlendiği, kaç çiçeğe ait polenlerin taşındığı bilgisi yalnızca Allah Katı’ndadır.
Allah, ölen her çiçeğin yerine yeni bir çiçek ve o çiçekle birlikte de onu döllemesine yardımcı olacak canlıyı da dölleme işlemi için ihtiyacı olan tüm sistemle beraber var eder.


Bir canlının başka bir canlının çoğalmasına yardımcı olması kuşkusuz çok fedakar bir tavırdır. Bu fedakar tavra binaen, yeryüzündeki her canlıya rızkını veren Allah, çiçekten çıkan şerbet gibi nektarla da yarasaya rızkını vermiştir.
Bu, Allah’ın yaratma sanatındaki detayın ve benzersizliğin ayetlerindendir.


"Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a âit olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de o bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı) dır."
(11/6)



18 Aralık 2009 Cuma

Hafıza kaybını önleyen meyve


Bilimadamlarına göre, siyah üzüm suyu içmek, hafıza kaybını azaltıyor ve hatta bu kaybı tersine çevirebiliyor.

Cincinnati Üniversitesi Psikiyatri bölümünde görevli bilim adamları, erken hafıza kaybı yaşayan 12 kişiyle bir çalışma yaptı. Sonuçta, 12 hafta boyunca içeceğin varyasyonlarını içenlerin farklı zihin testlerinde iyi bir performans gösterdikleri görüldü.

Araştırmacılar, iki ayrı grup oluşturdu. İlk gruba Massachusetts' in Concord bölgesinde yetiştirilmiş saf Concord üzümü suyu verilirken ikinci grup ise hiçbir şey içmedi. Deney süresince her iki gruba da düzenli hafıza testi yapıldı. Araştırma sonucuna göre birinci gruptakilerin yarısında daha uzun süreli gelişme kaydedildi.


Uzmanlar, bu sonuçların arkasındaki neden olarak ciltteki antidoksanlar ve meyvenin suyunu görüyorlar. Gruplar arasında temelde, önemli derecede farklılıklar olmamasına rağmen, saf siyah üzüm suyu içenlerde ise öğrenmede önemli gelişmeler görüldü. Bu eğilimin kısa süreli zihinde tutmayı sağladığı ve mekana ait, sözsüz hafızayı geliştirdiği belirtiliyor.


Araştırma sonuçlarına göre, meyve ve sebze gibi antioksidanlar bakımından zengin yiyecekler ile bunların yüzde 100 meyve suları bilişsel fonksiyonu korumaya yardımcı oluyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=928466&title=hafiza-kaybini-onleyen-meyvehttp://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=928466&title=hafiza-kaybini-onleyen-meyve

15 Aralık 2009 Salı

BAL KARINCALARI MUCİZESİ



Bal karıncaları, yürüyen bir bal kavanozuna benzeyen çok ilginç canlılardır.

Kurak ortamlarda yaşayan bu karıncalar, yağmurdan sonra kısa ömürlü bitkilerden çıkan çok sayıdaki nektarı mükemmel bir şekilde depolarlar.

Çıkan nektar normal ihtiyaçtan fazla olunca da, her zaman yemek bulmak mümkün olmayan çöl koşullarında yiyeceklerini israf etmeyip kavanozlara doldururlar.

Kolonideki bazı belirli karıncalar, diğer karıncalar tarafından nektarlarla beslenir. Gereğinden fazla beslenen bu karıncaların karınları gitgide şişmeye başlar. Adeta iri bir üzüm tanesi boyuna erişir.

Kuraklık süresince, içi nektar dolu olan bu karıncalar artık vakumlu bir kavanoz görevi görecektir.

Karınları dolu karıncalar, yuvanın içerisinde asılı olarak dururlar ve karınlarındaki kasları kasarak işçi karıncaları beslerler.

Nektarları tükendikten sonra ise, normal boyutlarına geri dönerler.

Burada düşünülmesi gereken çok önemli bir nokta vardır. Herhangi bir canlı, bir anda ve gereğinden fazla miktarda yediğinde çatlayarak ölür.

Bir insan, dünyanın en lezzetli yemeklerinden bile bir anda en fazla bir tabak yiyebilir. Daha fazlasını yemeye çalıştığında, vücudu tepki göstermeye, midesi bulanmaya, şekeri çıkmaya, tansiyonu yükselmeye, karnı ağrımaya başlar.

Bu, çok büyük bir aczdir. Dünya hayatındaki tüm zevklerin tükenebileceğini, asıl aczden uzak yaşamın ancak ahirette olduğunu hatırlatır ve Cennet’e olan özlemini arttırır.

Oysa Allah, aynı bu karınca örneğinde olduğu gibi çalışan bir sindirim sistemi de yaratmaya Kadir’dir. Allah, dilediğinde eksiklikleri ortadan kaldırabileceğine bu karıncayı bir ayet kılmış ve temiz akıl sahiplerinden bu örnekle öğüt alıp düşünmelerini istemiştir. (En doğrusunu Allah bilir)

Aynı mucizevi durum, karıncanın karnındaki deri yapısı için de söz konusudur. Deri son derece esnek bir malzemedir. Bilhassa gebelik döneminde, deri çok daha geniş ve büyük bir hazneye dönüşebilecek kadar esneyebilir. Ancak buna rağmen, eski haline dönmesi zaman alır ve spor ya da diyet gibi özel uygulamalar gerektirir. Tüm bu uygulamalar yapılsa dahi, yine de eski haline döndüğünde üzerinde çatlaklar kalır. Hiçbir zaman, gebelikten önceki hali gibi olmaz.

Allah, bal karıncalarında bu aczi ortadan kaldırmış ve onlara içlerindeki nektarı bittikten hemen sonra çatlaksız, pürüzsüz olarak eski hallerine dönebilen bir cilt var etmiştir.

Allah, tüm bu özellikleriyle bal karıncalarını “Her şeye Güç Yetiren” sıfatına bir ayet kılmış ve iman edenlere Yaratması’ndaki Gücü ve Eksiksizliği delillendirmiştir.

Kaynak: http://library.thinkquest.org/28855/ants.html

YENİ KEŞFEDİLEN KARINCA, EVRİMCİLERİ İTİRAF ETMEK ZORUNDA BIRAKTI

Yağmur ormanlarında, yeni bir karınca türü keşfedildi.

Gözleri bulunmayan bu karıncanın gövdesi, oldukça açık bir renkte.

Ağzının kenarındaki kıskaca benzer uzuvlarıysa; kafasının tamamından çok daha büyük.

Bu ilginç karıncaya ait daha fazla bilgi elde edebilmek için, bilim adamları DNA analizi yapmakta gecikmedi.

Yapılan analizde, evrimciler Martialis Heureka adını verdikleri bu türün şu an bilinen tüm karınca türlerinden çok daha önce Dünya’da yaşadığını itiraf etti.

Evrimciler söz konusu itirafı yaparken, ideolojik temellerinin sözde bilimsel zeminini teşkil eden evrim teorisine nasıl büyük bir darbe indirdiklerini ise fark edemedi.

Yeni keşfedilen bir türün, milyonlarca yıldır yer yüzünde yaşadığının DNA analizi ile tespit edilmesi, ve o günden bugüne hiçbir şekilde değişikliğe uğramamasının evrim teorisini kökünden yıkacağını düşünememiş olacaklar ki, evrime olan körü körüne inançlarını ayakta tutabilmek adına keşfedilen bu yeni türe evrimin hayali ağacında yer bulmak gibi sonuçsuz bir arayışın içine girdiler.

Kaynak: http://www.sciencenewsforkids.org/articles/20081001/Note2.asp

6 Aralık 2009 Pazar

UZUN BACAKLI ÖRÜMCEK

Uzun bacaklı örümcek, evlerimizde, bahçelerimizde ve pek çok ortamda hep karşılaştığımız bir canlıdır. Ancak, isminin ve sanılanın aksine bir örümcek değildir.

Uzun bacaklı örümcek aslında yaprak bitleri ile beslenen bir eklembacaklıdır. Yaprak bitleri, çiftleşmeden üreyebilen canlılardır. Ve uzun bacaklı örümcek için, ideal bir yiyecektir.

Uzun bacakları sayesinde, onlarca yaprak bitine hiç farkedilmeden yaklaşabilir. Yukarıdan gelecek bir tehlikeyi beklemeyen yaprak bitleri, kolayca yem olurlar.

Ancak, uzun bacaklı örümcek yaprak bitlerini yemez. Vücudundaki bir tüp yardımıyla onların suyunu çıkararak beslenir.

Canlının son derece özel bir bacak tasarımı vardır. Bacakları çok uzun olmasına rağmen, son derece esnek ve tüm inceliğine rağmen 90 dereceye yakın bir kırılma sağlayabilir. Bacakları sadece yürümesine ya da avı tarafından farkedilmemesine değil; aynı zamanda pek çok farklı duruma da yardımcı olmaktadır.

Uzun bacaklı örümcek, bacakları ile koku ve tat alabilir. Bazı bacaklarının kötü koku salgılama özellikleri varken; bazı bacakları da adeta bir sismograf gibi çalışır. Yerdeki en ufak bir titreşimi dahi tüm ayrıntılarıyla hisseder ve bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunu haber verir.

Kaplan böcekleri, uzun bacaklı örümcekleri avlamayı çok severler. Bu böceklerin ağız ve çene yapısı ve kıskaçları tam da uzun bacaklı örümceğin ince ve zarif bacaklarını kavrayıp kıstırmaya yönelik olarak tasarlanmıştır.

Ancak, uzun bacaklı örümcek yine bacaklarında sahip olduğu çok özel bir teknoloji sayesinde kaplan böceğinden kaçar.

Kaplan böceği, uzun bacaklı örümceğin ilk iş olarak bacağına saldırıp onu alt etmeye çalışır ancak uzun bacaklı örümcek saldırıya uğrayan bacağını hemen bırakıverir. Bacak, bulunduğu yerden bir sürgülü kapak vazifesi gören kaslar yardımıyla ayrılır ve düşer.

Örümceği yakaladığını sanan kaplan böceği, avını sürüklediğini zannederek yuvasına doğru ilerlerken uzun bacaklı örümcek, sakin bir şekilde yoluna devam eder.

Yaratılışındaki tüm detayları ve ince ayrıntılarıyla, uzun bacaklı örümcek Allah'ın Yaratma Sanatı'nın en güzel delillerindendir.

AKASYA KARINCALARI



Costa Rica yağmur ormanlarında, Güneş ağaçların arasından çıkmaya başladığında, hemen sarmaşıklar devreye girer. Tüm ağaçların yapraklarına ve dallarına tırmanan sarmaşıklar, bu ağaçların aldığı Güneş'i de zamanla keserler.
Bu, ormanlardaki tüm ağaçlar için böyledir. Akasya Ağaçları hariç...

Akasya ağacı, diğer ağaçlarda olmayan çok özel bir koruma sistemine sahiptir. Karıncalara...

Akasya ağacının üzerinde yaşayan Akasya karıncası isimli bir karınca türü, canları pahasına ağacı korurlar.

Bir sarmaşığın, ağaca ulaşan günışığını engellediğini farkettiklerinde, hemen müdahele ederler. Sarmaşığın dolanmaya başladığı dalı, ya da yaprağı bir araya gelip keser ve atarlar.

Üstelik, bu ağacı sadece sarmaşıklardan korumakla da kalmazlar. Ağacın lezzetli yapraklarının tadına bakmak isteyen çekirgeleri de ısırarak hemen uzaklaştırırlar.

Ağaca karşı üstlendikleri tüm bu fedakarlığın karşılığında, Akasya ağacı onlara mükemmel bir besin sunar. Ağacın nektarı, akasya karıncaları için harika bir besin olduğu gibi aynı zamanda turuncu renkli tomurcukları da akasya karıncaları için vazgeçilmez bir ziyafettir.

Bu tomurcuklar, larvaların büyümesi için gerekli tüm vitaminleri içinde barındıran bir besin paketi gibidir.

Akasya ağacı, karıncalara sadece besin değil aynı zamanda kalacak bir yer de sağlar. Ağacın dikenlerini oyarak kendilerine yuva yapan karıncalar, diğer canlıların saldırısından güvende ve besine en rahat ulaşabilecekleri şekilde yaşarlar.

Karıncalar ile Akasya ağacı arasındaki bu ortak yaşam, evrim teorisi açısından çok ciddi sıkıntılar oluşturmaktadır.

Bir canlının canı pahasına, bir bitkiyi koruması ve bitkinin sisteminin de bu böcek türünden zarar görmemesi çok büyük mucizedir.

Normalde yaşayan bir canlının her hangi bir yeri delinse, ve orda bambaşka bir organizma yaşamaya başlasa, bu durumdan söz konusu canlının vücudu çok ciddi olarak etkilenir.

Ancak, akasya ağacı karıncaların dikenlerine açtığı çukurdan hiçbir şekilde zarar görmez. Ve sadece bu karıncaları beslemek adına vücudunda onlara özel bir nektar üretir.

Her iki canlının birbirlerine karşı gösterdiği bu fedakar tavırlar, doğada bir mücadele ve çatışma ortamının değil bir ahenk ve düzenin olduğunun delilidir.