30 Ocak 2010 Cumartesi

Arıların bilinmeyen bir özelliği daha

Arıların insan yüzünü, soyutlama yaparak başka şekillerden ayırt edebildiği ortaya çıktı.

Fransa'daki Paul Sabatier Üniversitesi'nden Martin Giurfa'nın yaptığı araştırma, insanların dikey çizgi (burun), iki nokta (gözler), bir yatay çizgi (ağız) gibi farklı unsurları birleştirerek insan yüzünü tanıdığını, arıların da insanlar gibi beyinlerinde bir şekil oluşturmak için dikey çizgi, iki nokta ve yatay çizgiyi bir araya getirebildiğini gösterdi.
2005'te Monash Üniversitesi'nden Adrian Dyer ve ekibinin yaptığı araştırma şekerli su ile "alıştırma yaptırılan" arıların insan yüzlerini tanıdığını ortaya koymuştu. Giurfa, arıların bunu nasıl yaptığını araştırdı.

Bilimadamları Giurfa ve Aurore Avargues-Weber, önce gözler için iki nokta, burun için dikey çizgi, ağız için yatay bir çizginin bulunduğu yüz resimleri kullandı.
Arılara, bu çizgilerin doğru ve yanlış sıralandığı çeşitli resimleri ayırt etmesi için "alıştırma yaptırıldı". Göz, burun ve ağzın doğru sıralandığı resme konan arılar şekerli su ile ödüllendirildi. Daha sonra arılar, daha önce karşılaşmadıkları yüze benzeyen resimleri de bulabildi, burun ve ağzın farklı yere konduğu fotoğrafları ise "tanıyamadı".

"Journal of Experimental Biology" dergisinde yayımlanan araştırmada, primatlarda var olan ve yüz tanımayı sağlayan beynin "fuziform alanı"na sahip olmasa da arıların yüzleri "tanıyabildiği" vurgulandı.

Bunun arıların, maskesi olmasa da arıcıları tanıdığı anlamına gelmediğine dikkati çeken Martin Giurfa, muhtemelen arıların nektar alabildikleri "garip" çiçeklere konduklarını düşünüyor.

Ölmeden önce yuvadan uzaklaşıyorlar


Bilim adamları, hasta karıncaların ölmeden önce yuvadan uzaklaştıklarını söyledi.

Almanya'daki Ratisbonne Üniversitesi Zooloji Enstitüsü'nden bilim adamları, ölmeden kısa süre önce hasta karıncanın yuvayı terk ettiğini gördü.

Enstitüden yapılan açıklamada, hasta karıncanın yuvadaki diğer karıncalarla temas etmekten kaçındığını ve uzakta tek başına ölmeyi tercih ettiği belirtildi.

Bilim adamları, karıncaların "başkalarını düşünme özelliğine" sahip olduğunu ve özellikle yuvayı koruma kaygısı fazla olan işçi karıncaların hastalandıklarında kendilerini "yalnız ölmeye mahkum ettiğini" vurguladılar.

23 Ocak 2010 Cumartesi

KİMYASAL HİPNOZ VE BEYİN KONTROL TEKNOLOJİLERİ : ÇEKİRGE VE PARAZİT


Bir kıl kurdu türü olan "Spinochordodes tellini" isimli bir parazit, çiftleşebilmek için çok ilginç bir plan uyguluyor.
Bir çekirgenin beynini kimyasal yöntemlerle kontrol altına alıyor.
NASIL MI?
Parazit, çekirgenin sahip olduğu proteinleri taklit eden çok özel moleküller üreterek çekirgenin merkezi sinir sisteminin içine yerleşiyor. Ve burada nörotransmiter aktivitelerin kontrol edildiği alana bağlanıyor. Proteinlerin bir kısmıda geotaktik aktivitelerin kontrol edildiği alana bağlanıyor. Yerçekimi ile karşılaştığında vücudun refleks olarak yapacağı hareketi ve vereceği yanıtı bu alan kontrol ediyor.
Son derece stratejik bir yere çok iyi bir planla konumlanan parazit, artık burada beklemeye başlıyor.
Ta ki, kendi çiftleşme zamanı gelene kadar...
Çiftleşme vakti geldiğinde, çekirgenin beynini artık tamamen kontrol altına almış olan parazit; çekirgeye komut vererek suya doğru kendini atmasını söylüyor.
Çekirge, kendisi için adeta bir intihar anlamına gelen bu hareketi adeta hipnotize olmuş gibi yapıyor ve kendini suya atıyor.
Çekirgenin suya düşmesi ile birlikte, içerisinden neredeyse 3 ila 4 katı uzunluğunda çekirgenin içinde saklanan parazit dışarı çıkıyor ve suda çiftleşmeyi planladığı eşini aramaya başlıyor.
Kaynak: Proceedings of the Royal Society B, (DOI:10.1098/rspb.2005.3213)

JAPON BAL ARILARININ KUSURSUZ SAVUNMA STRATEJİSİ

Dünyanın her köşesinde bal arıları harıl harıl petekler inşa edip, içlerini balla doldururlar. Ve dünyanın her yerinde de, bal arılarının inşa ettikleri bu kovanların içerisine sızmaya çalışan eşek arıları bulunur.

Eşek arıları, kovana sızdıkları zaman saldıraya uğramamak için bir feromon salgılarlar ve kendilerini bu kokuyla adeta bir bal arısı gibi tanıtırlar.

Hiçbir bal arısı, bu nedenle eşek arılarına saldırmazlar ve kovanlarının içerisine girip çıkmasına salgılanan feromon nedeniyle izin verirler.

Japonya'da yaşayan bal arıları hariç...

Japon bal arıları, eşek arıları tarafından salgılanan bu feromona karşı dirençlidirler. Fakat, yine de eşek arısının yuvalarına girmesine izin verirler.

Çünkü, plan çok daha farklıdır...

Eşek arısı, kovana girdiğinde bal arıları iyice yakına gelmesine izin verirler. İyice yaklaştıktan sonra da, hepsi birden aniden eşek arısının etrafını sarar.

Ancak, sokmazlar...

Plan, çok daha farklıdır.

Eşek arısının etrafını saran, arı sürüsü süratle kanatlarını çırpmaya başlar. Bu sayede, ortaya çok güçlü bir sıcaklık çıkar.

Ve bu sıcağa dayanamayacak olan eşek arısı, kelimenin tam anlamıyla haşlanarak ölür.

Burada çok önemli bir nokta vardır.

Arıların, bu denli karmaşık bir planı düşünüp üretebilmeleri gibi bir durum söz konusu değildir. Bu arıların her hareketi, Allah'ın ilhamıyla gerçekleşmektedir.

Allah, arıları var oldukları ilk andan itibaren bu savunma bilgisi ile donatmıştır.

Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da, bal arılarının ürettiği sıcaklığın eşek arısı için öldürücü olmasına karşın; kendileri için tehlikeli olmamasıdır.

Her bir japon bal arısı, bu sıcaklığı kaldırabilecek özel bir tasarıma sahiptir.

Tüm detaylarıyla son derece hayranlık uyandırıcı olan bu plan, en ufak bir hataya ya da tesadüfe yer bırakamayacak kadar hassas dengelere dayalı olmasıyla, Allah'ın eksiksiz yaratmasının delillerindendir.

9 Ocak 2010 Cumartesi

Hücre Bir Bütün Olarak Var Olmadan Protein Oluşamaz


Darwinistler istedikleri kadar içi formüllerle dolu aldatıcı kitaplar yazsınlar, istedikleri kadar sahte fosil getirsinler, Yaratılışa dair bilimsel delillere istedikleri kadar demagojik saldırılarda bulunsunlar, istedikleri kadar her tarafa hayali çizimlerle doldurdukları kartondan afişler yapıştırıp bunu evrim sergisi diye tanıtıp dursunlar, daha temelden yenilmiş oldukları gerçeğini değiştiremeyeceklerdir. Çünkü Darwinistlerin en büyük kabusu henüz daha canlılığın başlangıcıdır. Darwinistler henüz bir tane proteinin nasıl oluştuğuna dair TEK BİR AÇIKLAMA DAHİ YAPAMAMIŞLARDIR. Bu durum, Dawkins’in, Futuyma’nın, Tim White’ın ve diğer bütün Darwinistlerin içine düştüğü içler acısı durumu ifade eder. Yaptıkları hiçbir demagoji, tek bir protein karşısındaki bu büyük ve görkemli yenilginin önüne geçememektedir. TEK BİR PROTEİN, DARWİNİZM’İ TÜMÜYLE ALTÜST ETMİŞTİR.

Darwinist demagojinin önemli bir özelliği tüm kompleksliğine rağmen, yaşamdaki her şeyi basit göstermeye çalışmak olduğundan, Darwinistler, hayatın başlangıcı konusunu da hep basite indirgeme eğiliminde olmuşlardır. “Çamurlu suda hücre oluştu”, “DNA kendi kendine oluşup çoğalmaya başladı” gibi hikayelerin temelinde yatan sebep de budur. Darwinistler bu yolla insanları daha kolay aldatabileceklerini düşünürler. Fakat kendileri de çok iyi görmüşlerdir ki, olay artık bu aldatma safhasını çoktan geçmiştir. İnsanlar artık, yalnızca tek bir proteinin bile kendi kendine oluşamayacak kadar üstün bir kompleksliğe sahip olduğunu bilmekle kalmamakta, aynı zamanda bir proteinin, bir DNA’nın veya RNA’nın ya da hücrenin küçük büyük herhangi başka bir parçasının HÜCRENİN TAMAMI OLMADAN HİÇBİR İŞE YARAMADIĞINI DA bilmektedirler.

Bu gerçek, Darwinist yenilgi açısından çok önemlidir:

- Tek bir proteinin oluşması için DNA gerekir
- Protein olmadan DNA oluşamaz
- DNA olmadan protein oluşamaz
- Protein olmadan protein oluşamaz
- Tek bir proteinin oluşması için 60 ayrı protein gerekir
- Bu proteinlerin bir tanesi bile eksik olsa protein var olamaz
- Ribozom olmadan protein oluşmaz
- RNA olmadan da protein oluşmaz
- ATP olmadan protein oluşmaz
- ATP’yi üretecek mitokondri olmadan da protein oluşmaz.
- Hücre çekirdeği olmadan protein oluşmaz
- Sitoplazma olmadan da protein oluşmaz
- Hücredeki organellerden bir tanesi eksik olsa protein oluşamaz
- Hücredeki bütün organellerin var olması ve çalışması için de proteinler gereklidir
- Bu organeller olmadan da hiçbir şekilde protein olmaz.


Bu sistem, bir arada çalışmak zorunda olan iç içe bir sistemdir. Biri olmadan diğeri olamaz. Tek bir parçası var olsa bile, sistemin diğer parçaları olmadan bu parça hiçbir işe yaramaz.

Kısacası,


BİR PROTEİNİN VAR OLMASI İÇİN HÜCRENİN TAMAMI GEREKİR. Hücre, bugün incelediğimiz ve çok az bir kısmını anlayabildiğimiz mükemmel kompleks yapısı ile var olmadığı sürece, TEK BİR TANE BİLE PROTEİN MEYDANA GELEMEZ.

Bu protein kendi kendine oluşsa bile (ki, bu imkansızdır), hiçbir işe yaramaz. Tek başına etrafta dolanır ve ölür.

Dolayısıyla, Dawkins’in “kendi kendini kopyalayan molekül” iddiası, olağanüstü derecede saçmadır ve yalnızca insanları aldatmaya yöneliktir. İNSAN HÜCRESİNDEKİ HİÇBİR MOLEKÜL, BAŞKA HİÇBİR YARDIMA İHTİYAÇ DUYMAKSIZIN, KENDİ KENDİNİ KOPYALAYARAK ÇOĞALABİLME YETENEĞİNE SAHİP DEĞİLDİR.

Cambridge Üniversitesi’nden bilim felsefesi profesörü Stephen C. Meyer, Signature in the Cell (Hücredeki İşaret) kitabında bunu şöyle anlatmıştır:

DNA’nın yapısının ve işlevinin ortaya çıktığı 1950’li yılları ve 1960’lı yılların başlarını takiben, yaşama dair yeni bir radikal kavram gelişmeye başladı. Moleküler biyologların keşfi, DNA’nın yalnızca bilgi taşımadığıydı. Biyologlar DNA hakkındaki bu keşfin hemen sonrasında, canlı organizmaların genetik bilgiyi işleyebilmesi için sistemlere sahip olması gerektiğinden şüphelendiler. Bir diskin içine saklanmış olan dijital bilginin o diski okuyan bir cihaz olmadan işe yaramaz olması gibi, DNA’nın içindeki bilgi de hücre bilgi işlem sistemi olmadan işe yaramazdır. (Darwinist) Richard Lewontin’in belirttiği gibi “Hiçbir canlı molekül (yani biyomolekül) kendi kendine çoğalamaz... Hücreler ancak bir bütün olarak kendi kendine çoğalmak için gerekli makinelere sahip olabilirler... DNA, yardım alarak veya almayarak, yalnızca kendi kendisinin kopyasını çıkaramamakla kalmaz, aynı zamanda başka hiçbir şey ‘üretemez’... Hücrenin içindeki proteinler başka proteinlerden yapılmıştır ve bu protein oluşturan makine olmaksızın hiçbir şey yapılamaz.”1

Bu açıklamalardan, son dönemlerde uzay dinine giren Dawkins’in açıklamalarının tutarsızlığı da bir kez daha ortaya çıkmıştır. Dünya, bir canlı hücrenin yaşaması için uzaydaki en uygun ortamdır. Ancak bu uygun şartlar bile, canlı hücrenin kendi kendine oluşabilmesine imkan vermemektedir. Dawkins, bu gerçek karşısında yeni bir çözüm arayışına girmiş ve kendi kendine çoğalabilen bir molekülün uzayda oluştuğunu ve daha sonra dünyaya geldiğini iddia etmiştir. Buradaki birinci açmaz, böyle bir canlı molekülün kendi kendine oluşamayacağıdır. İkincisi ise yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi, canlı bir molekülün dünyada dahi kendi kendine çoğalabilme yeteneğine sahip olmadığıdır. Nitekim bütün bu açmazların farkında olan Dawkins de en sonunda böyle bir molekülün üstün bir akıl tarafından yaratılmış olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır.2

1 Stephen C. Meyer, Signiture in the Cell, Harper One, 2009, s. 132-133
2 Ben Stein, Expelled “No Intelligent Allowed”, 2008, movie

6 Ocak 2010 Çarşamba

Su altında akan nehir!

Bu inanılmaz görüntüler profesyonel dalgıç Anatoly Beloshchin tarafından çekildi. Usta dalgıç, Meksika sularının derinlerinde yer alan Cenote Angelita mağarasında yaptığı keşif dalışında bu inalımaz görüntüleri elde etti.




Denizin ortalama 60 metre derinliğinde akan bu nehir gerçekten görenleri hayrete düşürüyor



'Doğa ne ilginç bir oluşum' dedirten bu manzarayı Anatoly Beloshchin şöyle tarif ediyor: 'Önce suyun 30 metre derinliğine indim. Bu bölümde tatlı su vardı. Sonra 60 metre derine indiğimde suyun gittikçe tuzlu bir hal aldığını gördüm. Altımda bir nehir akıyordu. Hem de suyun içinde. Bu akan nehir aslında hidrojen sülfür tabakasıydı. Bu deneyimi herkesin tatmasını isterdim...'





İşte suyun altında akan o ilginç nehirin görüntüleri...







4 Ocak 2010 Pazartesi

YABAN ARISINI YARDIMA ÇAĞIRAN BİTKİ

Bazı bitki türlerininin yardım istemek için başka canlılarla haberleşerek kimyasal bir “imdat” çağrısında bulunduğu uzun zamandır bilinmektedir.

Benzer stratejiyi uygulayan birçok bitki vardır ama bu bitkilerin kullandıkları senaryolardan korku filmlerini andıranı birtanedir.

Bilim adamlarının keşfettikleri bir bitki, gövdesini yaprak bitleri sardığında bir kimyasal salgılayarak, siyah yaban arılarını yardıma çağırır.

Çağrıyı alan siyah yaban arıları, hemen harekete geçerler.

Ancak, çağrının diğer yaban arılarına değil de, sadece siyah yaban arısına yönelik olması bir rastlantı değildir.

Siyah yaban arısı, bitkiye geldiği gibi yaprak bitlerine doğru yönelir. Ancak onları öldürmez. Adeta süründürür.

Siyah yaban arısı, larvalarını yaprak bitinin içine yapmaktadır. Ve larvayı, bitin içerisine bıraktığı gibi larvanın yiyeceği de hazırlanmış olur.

Yaban arısının yavrusu, yaprak bitinin içerisinde büyürken yaprak bitinin organlarıyla beslenir ve adeta onu içten içe yer.

Bit ölünce de, gövdesini koza olarak kullanır ve kuluçka döneminden sonra keserek dışarı çıkar.
Bu nedenle siyah yaban arıları, imdat çağrısı veren bu bitkiyi yaprak bitlerinden kurtarabilecek tek canlıdır. Çünkü tek bir siyah yaban arısı, "200" tane yaprak bitinin içerisine yumurtasını bırakabilir.

Buraki plan son derece iyi düşünülmüş ve hiçbir hataya yer bırakmayacak şekilde tasarlanmıştır. Elbette, ne siyah yaban arısının ne de bir bitkinin bu kadar hatasız ve detaylı bir planı tasarlayabilmesi ve o yönde kimyasal geliştirebilmesi söz konusu değildir.

Bir bitkinin, yaprak bitlerini siyah yaban arılarının öldürdüğünü gözlemleyebileceği gözleri ya da yaptığı gözlemin sonucunda bir strateji geliştirmeyi akledebileceği bir beyni yoktur. Diğer yaban arıları arasından siyah yaban arısını ayırd edebilmesi de mümkün değildir. Sadece o türe çağrıda bulunacak bir kimyasal üretebilmesi gibi bir durum ise, hiçbir şekilde akla ya da mantığa sığmayacaktır.

Şüphesiz, tüm bu detaylı plan bitkiye de, arıya da Hakim, yeryüzündeki Her şeyin Bilgisine Sahip, her canlıya görevini vahyeden, Üstün İlim ve Akıl Sahibi Allah’ın yaratmasıdır.

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp denetlemediği hiç bir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" Hud Suresi, 56