31 Temmuz 2009 Cuma

Çin, Müslüman Uygur Türklerine Yaptığı Soykırımı Durdurmalı, Zorla Alınıp Götürülen Uygur Türklerinin Nerede Olduğunu Açıklamalıdır

Çin'in kan dökmeye artık son vermesi vakti gelmiştir. Şiddet ve baskı uygulayarak, insanları acımasızca ezerek, sürekli kan dökerek yaşamak Çin'e yakışmamaktadır. DÜNYA TARİHİNİN BU EN BÜYÜK SOYKIRIMININ DURDURULMASI VE DÜNYADAKİ HER TÜRLÜ ZULMÜN DURMASI İÇİN TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NİN EN KISA ZAMANDA KURULMASI ŞARTTIR. Dünya devletlerinin bu zulme karşı birleşmesi, uluslararası hukukun hemen uygulanması gerekir.
Doğu Türkistan'da, Çin'in hiçbir bölgesinde yaşanmayan boyutlarda zorluklarla dolu, baskı altında bir hayat sürülmektedir. 1965'ten sonraki katliamlarla birlikte, bugüne kadar Doğu Türkistan'da 35 milyon uygur Türkü şehit edilmiştir. Bu akıl almaz bir rakamdır. Bugün de Uygur Türkü müslüman kardeşlerimize karşi soykırım tüm hızıyla devam etmektedir.

Uygur Türkleri evlerinden zorla alınıp götürülmekte, uluslararası kanunlara aykırı şekilde toplu olarak idam edilmektedir. Yaşanan son olaylarda 196'si açık 600 tanesi gizli olmak üzere toplam 796 Uygur Türkü, hiçbir hukuki gerekçeye dayanmadan, savunmalarını yapmalarına dahi izin verilmeden idam edilmiştir. Temmuz ayının başında bir gecede 10 bin müslüman Uygur Türkü kaybolmuştur. Bu kişiler nereye gitmiştir? Eğer bu kişiler de şehit edilmişlerse, ki muhtemelen şehit edilmişlerdir, o zaman akıl almaz bir katliam devam ediyor demektir.

Halen akibetlerinin ne olduğu bilinmeyen binlerce Uygur Türkü vardır. Uygur Türkü 100 bin kızkardeşimiz evlerinden zorla alınıp götürülmüştür. Bu kızkardeşlerimiz ölüm tehdidiyle gayrimeşru ilişkiye zorlanmaktadır. Çin yönetimi, evlerinden zorla alınıp götürülen 100 bin Uygur Türkü kızkardeşimizin nereye götürüldüğünü açıklamalıdır.

Çin'in bu baskı ve zulüm politikasına son vermesi, Doğu Türkistan'daki Müslüman kardeşlerimizin güvenliğe kavuşması, Çin kendi vatandaşlarının da huzur bulması için Türk İslam Birliği'nin aciliyetli olarak kurulması gerekmektedir. Türk İslam Birliği'nin kurulması hem Doğu Türkistan'ın hem de Çin'in kurtuluşu olacaktır. Bu birlik, hem Doğu Türkistan'da yaşayan Müslümanların haklarını en güzel şekilde koruyacak, hem Çinlilerin ve Uygur Türklerinin bir arada kardeşce, huzur içinde yaşayabilecekleri bir güven ortamı meydana getirecek, hem de Çin'in gelişmesine ve güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Türk İslam Birliği, bir sevgi birliğidir. Muhabbet birliğidir, gönül birliğidir. Bu birliğin temeli, sevgi, fedakarlık, yardımseverlik, merhamet, hoşgörü, anlayış ve uzlaşıdır. Ayrıca insana saygı, sanatta, bilimde ve teknolojide en yüksek noktaya ulaşmak birliğin hedefidir. Birliğin kurulmasıyla, sadece Türk toplumları ve Müslümanlar değil, tüm dünya aydınlığa kavuşacaktır.

TÜRK İSLAM BİRLİĞİ (FİLM)





30 Temmuz 2009 Perşembe

Baykuşun Uçuşundaki Mükemmellik


Japon hızlı trenlerinde "güvenlik" en önemli konulardan birisidir. İkinci konu ise Japonya çevre standartlarına uyumdur. Japonya dünyadaki demiryolu işletmeleri içerisinde en katı gürültü standarlarına sahiptir. Bugün mevcut teknolojileri kullanarak daha hızlı gitmek oldukça kolaydır. Ancak bununla beraber daha sessiz gitmek nispeten zor bir konu olmuştur. Japon çevre bakanlığının düzenlemelerine göre yerleşim yerlerinde bir demiryolundan 25 metre ötede gürültü seviyesi 75 dB veya daha az olmalıdır. Kırmızı ışıkta duran arabaların yeşil ışık yandığında aynı anda kalktıklarında gürültü seviyesi 80 dB'i geçmektedir. Bu kıyaslama "Shinkansen" olarak adlandırılan hızlı trenin ne kadar sessiz olmaları gerektiğini ortaya koymak için yeterli olsa gerek.

Tren belli bir hıza ulaşana kadar çıkardığı sesin nedeni raylar üzerindeki hareketidir. Ancak hız 200 km/s'e hıza ulaştığında, sesin asıl kaynağı trenin hava içindeki hareketiyle ortaya çıkan aerodinamik gürültü olur.

Aerodinamik gürültünün oluşmasındaki bir numaralı etken ise tepedeki tellerden elektrik almak için kullanılan pantograflar veya akım toplayıcılardır. Normalde kullanılan dikdörtgen şekilli bilinen pantograflarla gürültüyü azaltamayacağını fark eden mühendisler, dikkatlerini hızlı ama sessiz hareket eden canlılar üzerinde toplarlar.

Baykuş, tüm kuşlar içinde en sessiz uçuşu gerçekleştirir. Bu, Allah'ın baykuşa tarladaki avına sessizce yaklaşabilmesini sağlamak için verilmiş bir üstünlüktür. Baykuş ailesinin düşük sesle uçmasının ardındaki sırlardan bir tanesi kanatlarındaki kıvrımlardır, sıradan kuşlarda mevcut olmayan pek çok pürüzlü tüy mevcuttur. Bu pürüzlü tüyler çıplak gözle görülebilirler. "Aerodinamik ses" hava akımında oluşan girdaplarla oluşur. Girdaplar büyüdükçe ses de artar. Baykuşun kanadında pek çok pürüzlü çıkıntılar olduğundan, büyük girdaplar yerine küçük girdaplar oluşmakta bu sayede de son derece sessiz bir uçuş gerçekleştirmektedir.

Japon mühendis ve tasarımcılar, doldurulmuş bir baykuşu rüzgar tünelinde teste tabi tutunca bu kuşun kanat yapısındaki mükemmelliği bir kez daha görürler.

Sonunda trenin üzerinde ki gürültü, baykuş ailesinin düzensiz tüy prensibine benzeyen kanat şeklinde pantograflar kullanılarak etkin biçimde azaltılır. Dolayısıyla Japonların doğadan esinlenerek taklit ettikleri bu sistem, pantograf benzerleri içinde "işini en sessiz olarak yapan" ünvanını almaya hak kazanmıştır.

Canlılar aleminin en zarif varlığı

Onlar dünyamızın ve canlılar âleminin en güzel, en zarif, en estetik varlıklarından biridir.

Kanatlarında dünyanın en güzel renkleri ve desenleri ile çiçekten çiçeğe bir yaşam; kelebekler...

İlkbahara erişen her yerde güzele doğru bir değişim başlar. Tabiat canlanır. Sadece çiçekler açmaz, onlarla birlikte birçok canlı kış uykusundan uyanır, tüm güzellikleriyle kelebekler de uçmaya, kırları, ormanları renkleriyle, desenleriyle, zarafetleriyle süslemeye başlar.

Değişe değişe güzelleşmeyi ifade eder kelebekler, yumurtadan tırtıla, tırtıldan kozaya, koza içinde pupaya, pupadan kelebeğe giden bir yoldan geçilir, dönüştükçe güzelleşir. Kozadaki dönüşüm mucizevîdir. En güzele dönüştüğünde, kelebek olduğunda, kozadan ayrılır, kanatlarında dünyanın en güzel renkleri ve desenleri ile en az kendisi kadar güzel olan çiçeklere uçar.

Büyüleyici renkleri ve kanat desenleriyle çiçeklere uçarken kısa süren yaşamlarına sığdırdıkları güzelliklerle dolu bir dünyayı özgürce çiçekten çiçeğe uçarak taşıyıp, nasıl yaşanılabileceğini de en güzel şekilde anlatmış olurlar.
Onlar dünyamızın ve canlılar âleminin en güzel, en zarif, en estetik varlıklarından biridir. Kırlarda, dağlarda, bazen yanı başımızda, parklarda, bahçelerde karşılaştığımız belleğimizde kelebek olarak sakladığımız bu görüntülerinden birini kâğıda çizmemizi isteseler yaptığımız çizim acaba kelebek türlerinden herhangi birine renkleriyle, kanat desenleriyle benzer mi? Veya karşılaştığımız kelebekleri örneğin kuşları serçe, karga, leylek, martı şeklinde isimleriyle bildiğimiz gibi bilir miyiz? Alıç kelebeği(Aporia crataegi), diken kelebeği (Vanessa cardui), benekli bakır kelebeği (Lycaena phlaeas), alevli ateş kelebeği (Lycaena ochimus), çok gözlü mavi (Polyommatus icarus) gibi isimlerle onları tanımakta mıyız?

İsimlerini bazen mitolojik bir kahramandan, bazen beslenmeyi sevdiği bitkiden, bazen kanat renk ve deseninden, bazen yaşadığı bölge veya şehirden, bazen keşfeden bilim adamından alan dikkat çekici güzellikte isimleri olan kelebekleri çoğumuz isimleriyle bilmeyiz, onlar bizler için hep kelebektir.

Ülkemizin göç yolları üzerinde olması kısa mesafelerde değişik iklim koşullarının bulunması Anadolu’nun farklı yörelerindeki yaşam alanlarının gösterdiği çeşitlilik çok sayıda bitki ve hayvan türünün yaşamasına imkân tanımaktadır. Güneyin Akdeniz makileri, kuzeyin nemli ormanları, İç Anadolu’nun, Kuzeydoğu Anadolu’nun yeşil meraları, Doğu Anadolu’nun kayalık dağ yamaçları, Avrupa, Asya, Ortadoğu ve çok az olmakla beraber Afrika’ya özgü çok sayıda türün yaşamasına olanak sağlamaktadır.

Bu özellikler nedeniyle tür çeşitliliği açısından Avrupa’nın en zengin ülkesi olduğumuz görülür. Bu türlerin bazıları endemiktir, sadece Türkiye’de yaşamaktadır. Dünyada kelebek açısından en zengin bölge ise Güney Amerika’dır. Güneydoğu Asya ve Endonezya Adalarında kelebek türleri açısından oldukça zengindir.

Türkiye’de en fazla kelebek ise Orta ve Doğu Anadolu’daki tahrip olmamış doğal alanlarda, deniz seviyesiyle orta yükseklikteki 3000 m kadar su bulunan dağlık kesimlerde yaşamaktadır. Özellikle Kaçkar Dağları, Çoruh Vadisi, Van Gölü Havzası, Fethiye Kelebekler Vadisi, Niğde Aladağlar ve Antalya bölgesi tür çeşitliği açısından en zengin bölgelerimizdir.

Ülkemiz çok sayıda endemik kelebek türüne de ev sahipliği yapmaktadır. Çokgözlü Anadolu beyazı (Polyommatus menalcas), Halikarnas esmeri (Maniola halicarnassus), Anadolu çok gözlüsü (Plebeius hyacinthus) Koçak’ın esmer perisi (Hyponephele kocaki) gibi kelebek türleri sadece Anadolu’da yaşayan endemik türlerdendir. Avrupa’da nesli ciddi şekilde azalan bazı türler ise Türkiye’de bölgesel olarak iyi korunan bazı sahalarda nispeten daha rahat görülebilmektedir.

Bunlara Apollo (Parnassius apollo), yalancı Apollo (Archon apollinus), karagözlü mavi kelebek (Glaucopsyche alexis), Himalaya mavi kelebeği (Pseudophilotes vicrama), Bavius (Pseudophilotes bavius) örnek olarak gösterilebilir. Bunların dışında çokgözlü hazer mavisi (Polyommatus caeruleus), Sibirya perisi (Triphysa phryne) türlerine nerdeyse rastlanmazken, Trakya ve çevresinde yaşayan turuncu süslü doğu kelebeği (Anthocharis damone), kara mavi (Scolitantides orion), orman güzelesmeri (Erebia medusa) gibi türlere de artık nadiren rastlamaktadır.

Kelebeklerle ilgili daha detaylı bilgiye Sırtçantam Gezi Kültürü Dergisinin şu an piyasada olan 33. sayısında ulaşabilirsiniz. www.sirtcantam.com.tr

http://www.haber7.com/haber/20090730/Canlilar-aleminin-en-zarif-varligi-Galeri.php



28 Temmuz 2009 Salı

Balık Yiyen Şempanzeler İnsan Oldu


15 Haziran 2002 tarihli Hürriyet Bilim dergisinde "Zekada balık teorisi" başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazıda geçen bazı bilim akıl dışı iddiaların cevapları aşağıda verilmektedir.

İnsan beyninin balık yiyerek geliştiği iddiası bilim dışıdır

Söz konusu yazıda, "insanın şempanze beyinli atalarının balık, istakoz, midye gibi deniz ürünlerini tercih ettikleri için beyinlerinin geliştiği ve şimdi dünyayı yöneten akıllı varlıklara dönüştüğü" iddiası yer alıyordu.

Bu, hem bilimsel hem de mantıksal açıdan kabul edilemez bir iddiadır. Bu iddianın dayandırıldığı nokta ise şudur: Deniz ürünlerinin birçoğunda DHA denen yağlı bir asit bulunmaktadır. DHA aynı zamanda, beyin ve göz için önemli bir yapısal maddedir. Bu bağlantı sonucunda bir besin uzmanı olan Prof. Stephen Cunnane, şempanze beyninin deniz veya göl kenarında, deniz ürünleri yiyerek insan beynine evrimleştiği iddiasında bulunmuştur.

Ancak, bu iddiada önemli bir aldatmaca bulunmaktadır. Çünkü, örneğin bir insan, hayatı boyunca çok fazla deniz ürünü yiyebilir, DHA isimli maddeden vücuduna çok fazla alabilir. Bunun sonucunda beyni daha sağlıklı olabilir, beynini daha kapasiteli kullanabilir, bunaklık, şizofreni gibi rahatsızlıklardan bu şekilde korunabilir. Ancak, bu kişi bu özelliklerini kendi çocuklarına aktaramayacaktır, çünkü balık yiyerek elde ettiği bu avantajlar, onun genetik yapısında bir değişiklik meydana getirmemiştir. Dolayısıyla, kalıtım kanunlarına göre, yaşamı sırasında elde ettiği bu özelliklerini çocuklarına, yani bir sonraki nesile aktaramaz. Bunun daha iyi anlaşılması için şöyle bir örnek verebiliriz: Vücut geliştirme sporu yapan bir babanın çocuğunun kaslı olarak doğmasını beklemeyiz. Bu çocuğun kaslı bir vücuda sahip olması için babası gibi spor yapması gerekir.

Balık yiyerek beynin geliştiği iddiası, 20. yüzyılın başlarında kalıtım kanunlarının keşfedilmesi ile terkedilmiş Lamarckçı görüşün bir örneğidir. Evrimciler, Lamarckçılığın bilimsel olmadığını bildikleri halde, göz boyamak, konu hakkında detaylı bilgisi olmayanları telkin yoluyla etkilemek için bu tür evrim hikayelerini sık sık kullanırlar. İnsan beyninin sözde evrimi ile ilgili hikayeler de, hep bu Lamarckçı görüşün bir uzantısıdırlar. Örneğin, iki ayak üzerinde yürümeye başlarken eli boş kalan ve elini kullanmaya başlayarak beynini geliştiren insanımsının hikayesi, patates yiyerek beyni gelişen şempanzenin hikayesi hep bu tür hurafelerdir.

Sonuç olarak, bir canlı hayatı boyunca sürekli balık yese bile bundan elde ettiği zeka gelişimini bir sonraki nesle aktaramayacağı için, "balık yiyerek sürekli artan bir beyin gelişimi" görülmeyecektir.

Ayrıca, Hürriyet bilim dergisinin gözden kaçırdığı çok basit bir gerçek daha vardır: Hayatı boyunca sadece balıkla beslenen birçok canlı vardır. Ve bu canlılar milyonlarca yıldır balık ve deniz ürünleri yemektedirler; örneğin ayılar, pelikanlar, penguenler... Ancak, bu canlıların hiçbirinin beyni, milyonlarca yıldır bir evrim geçirmemiştir. Hiç kimse, ayıların veya pelikanların balık yedikleri için müthiş gelişmiş bir beyne sahip olduklarını, akılları ile dünyaya hakim olup, sanat eserleri meydana getirdiklerini, medeniyetler kurduklarını, gökdelenler inşa ettiklerini iddia edemez. Bu durum, balık yiyerek beynin evrimleştiği iddiası ile çelişkili değil midir?

Sonuç

Takip edenlerin çok iyi bildiği gibi, hemen her hafta bu sitede, Hürriyet Bilim dergisinde yeralan bir veya birkaç bilim ve gerçek dışı evrim haberine cevap verilmekte, bu haberlerin asılsızlığı, mantıksızlığı gözler önüne serilmektedir. Biz, bu haberler devam ettiği sürece, kamuoyunu bu doğru olmayan iddialar konusunda bilgilendirmeyi sürdüreceğiz. Ancak dileğimiz, Hürriyet Bilim dergisinin, ismine uygun olarak bilimsel bir anlayış sergilemesi, her gördüğü evrim haberini, sadece evrim propagandası yapmak için tercüme edip, okuyucunun önüne getirmemesi, önce haberin doğruluğunu, akla ve bilime uygunluğunu araştırıp bulmasıdır.

Aleviler Kardeşimizdir

Sn. Adnan Oktar'ın Alhurra Tv Röportajı (Nisan 2008)
Adnan Oktar: Alevilik öyle yadsınacak, öyle karşı olunacak bir sistem değil. O da bir İslam mezhebidir ve kendi içinde yasaklayıcı olma, mesela bir Alevi, bir mahallede saygı duyularak karşılanmalı. O’na saygı gösterilmeli. Ama bu bir lütuf değil yalnız, lütuf olarak değil. Hak ettiği için. Alevi vatandaşların özgürlüğüne, ibadet özgürlüğüne, yaşam özgürlüğüne hem destek olunmalı, hem saygı duyulmalı. Bunu yaşadığında hiçbir sorun olmaz bir Alevi için.
Sn. Adnan Oktar'ın Sivas Sipas Tv Röportajı (Ağustos 2008)
Adnan Oktar: Ben Caferileri de seviyorum, Alevileri de seviyorum, Bektaşileri de seviyorum, Vehabileri de seviyorum. Hepsi bunların benim kardeşim, hepsi ayrı ayrı takvadır. Hepsi Allah’a, dine aşkla, muhabbetle bağlı olan insanlardır. Bu Osmanlı coğrafyası içinde her zaman birlik beraberlik içinde yaşadık biz. Bektaşilerle, Alevilerle, Caferilerle iç içe yaşadık. Hepimiz aynı milletin içindeyiz, hepimiz İslam milletindeniz, hepimiz Türk’üz Allah’a çok şükür. Onun için böyle ayrı gayrı değerlendirmek doğru olmaz, hepsine sevgiyle bakmak lazım. Çünkü Allah’ımız bir, kitabımız bir, kıblemiz bir. Daha ne istiyoruz.
Sn. Adnan Oktar'ın Kütahya Destan Tv Röportajı (5 Ağustos 2008)
Adnan Oktar: Kardeşlik bağlarımızı güçlendirelim. Sağcı, solcu, alevi, sunni hiç fark etmez hepimiz kardeşiz. Hepimiz bu vatanın evlatlarıyız. Allah hepimize ayrı bir özellik ayrı bir düşünce vermiş olabilir o Allah’ın bir yaratması. Bu birbirimize karşı olmamızı gerektirmez. Sevgi içinde, barış içinde, kardeşlik içerisinde bu güzel memleketimizde yaşayalım. Dünyanın en güzel memleketi çok bereketli güzel topraklarımız var. Allah bize lütfetmiş Elhamdülillah
Alevi Sünni Ayrımı Yoktur
Sn. Adnan Oktar'ın Cem Tv Röportajı (Temmuz 2008)
Adnan Oktar:Bizim Türkiye’mizin insanları çok sevgi doludur. Sevgiden, dostluktan, kardeşlikten şiddetli haz alırlar. Ama bir sevgisizlik hakim biraz, yani böyle sanki kavgaya daha açık, şüpheye daha açık, sanki birbirlerine oh olsun demekten zevk alan bir ruha girdi bir kısmı, hemen toparlanalım. Kardeşiz, çok çok güzel bir ülkede yaşıyoruz. Yani nefis güzel, sevgi bağıyla birbirimize, dostluk bağıyla tam kilitlenelim. Hiç fark etmez, sağcı olabiliriz, solcu olabiliriz, özellikle alevi Sünni ayrımı yani tam bir rezalet. Yani burada meydana gelen kin ve öfke, kim yapıyorsa, hangi şaşkın yapıyorsa, bu tarif edilecek gibi değil. Çünkü Allah’ımız bir, kitabımız bir, peygamberimiz bir, kıblemiz bir.
Sn. Adnan Oktar'ın Alhurra Tv Röportajı (Nisan 2008)
Adnan Oktar: Cem evleri, ibadethaneler istedikleri gibi yaşasınlar, istediklerini okusunlar. Yani baskı insana saygıya uymaz. Cem evi açsın yani insan, mesela yine Allah’ı anıyorlar ne güzel, orada da yine Hz. Ali’nin sevgisinden bahsediyorlar, bir arada sohbet ediyorlar yani dinsizliği, imansızlığı konuşmuyorlar ki. Allah’tan, dinden, imandan, Peygamber’den, Peygamberimiz’in neslinden, on iki imamdan ki canımızın en güzel yerinde olan ruhumuzun en güzel yerinde olan insanlar 12 imam, bunlar bizim canımız, ciğerimiz onlardan bahsediyorlar, onların resimleri gibi resimler yapmışlar koymuşlar. Bunlar güzel şeyler bunlardan rahatsız olacak bir şey yok böyle bir kucaklama böyle bir dostluk
anlayışı bütün meseleyi çözer.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Deccal Komitesi: Darwin, Marx, Stalin, Lenin, Mao, Trotsky ve Diğer Kanlı Faşist ve Komünist Liderler

Allah’ı inkar adına ortaya çıkmış olan; insanlara, Allah’a karşı sorumlu olmayan başıboş birer hayvan olduğu telkinini veren, her şeyin tesadüflerle meydana geldiği iddiasını kitlelere yayan ve doğal seleksiyon iddiası ile tüm dünyaya zayıfların yok olması, güçlülerin ise hayatta kalması düşüncesini yayarak 20. yüzyılın başından itibaren bütün dünyayı zulme, dejenerasyona, kitle katliamlarına, savaşlara sürükleyen EVRİM TEORİSİNİN, ASIL KORUYUCUSU, ASIL DESTEKLEYİCİSİ MASONLUKTUR.
Evrim teorisini bugünkü hali ile ortaya atan ve bu aldatmacanın kitlelere yayılmasına önayak olan Charles Darwin’in dedesi ERASMUS DARWİN, İSKOÇYA’DA, CANONGATE KİLWİNNİNG NO. 2 LOCASINA BAĞLI ÜNLÜ BİR MASONDUR. CHARLES DARWİN DE DEDESİ İLE AYNI LOCADANDIR, 27 DERECEDEN MASONDUR. Charles Darwin’in kardeşleri de aynı şekilde masondur. (John Daniel, Two Faces of Freemasonry, Day Publishing, 2007, s. 120)
Darwin’in görüşlerinin yayılmasından sonraki 150 yıl boyunca tüm dünyada Allah inancının zayıflamasının, ateistlerin çoğalmasının, dünyanın büyük bir karışıklık ve dejenerasyon içine girmesinin, dünya savaşlarının çıkmasının, toplumların içinde nefret ve öfkenin yayılmasının, kitle katliamlarının, cinayetlerin çoğalmasının, soykırım, ırkçılık gibi toplumları felakete götüren görüşlerin yaygınlaşması, bu aldatmacanın MASONİK BİR DARWİNİST DİKTATÖRLÜK idaresi altında dünyanın hemen her kurumuna, okullara ve devlet yönetimlerine yerleşmiş olması nedeniyledir.
Kanlı komünist ve faşist liderler, Darwin’in evrim teorisine bağlılıkları ve hayranlıkları ile ünlüdürler. Dünyada fitne, bozgunculuk, zulüm sistemi kurarken, kendilerine evrim teorisini kaynak olarak aldıklarını belirtmekten çekinmemişlerdir. Ve, söz konusu kanlı liderlerin tamamı MASONDUR.
Kitleleri kana bulayan komünizmin kurucusu Karl Marx, Darwin’in kitabı Türlerin Kökeni ile ilgili olarak, "bizim görüşlerimizin tabii tarih temelini içeren kitap budur işte" diyerek kendisine Darwin’in evrim teorisini temel aldığını açıkça ifade etmiştir.(Kent Hovind, The False Religion of Evolution, http://www.hsv.tis.net/….ke4vol/evolve/ndxng.html (bu kitap sadece internette yayınlanmıştır)) MARX, 32. DERECEDEN ALMAN GRAND ORİENT LOCASINA BAĞLI BİR MASONDUR. Ateist olmasıyla tanınan Marx, Yahudi kökenli olmasından her zaman rahatsızlık duymuş ve “Yahudiler Olmadan Bir Dünya” adındaki kitabında Musevilere ve Allah inancına olan öfkesini açıkça ifade etmiştir. (John Daniel, Two Faces of Freemasonry, Day Publishing, 2007, s. 434)
Marx’ın görüşlerini kendisine temel almış olan ve yine Darwin’e ve evrim teorisine hayranlıkları ile bilinen, milyonlarca insanın katledilmesine sebep olmuş olan Lenin ve Stalin de aynı şekilde masondur. LENİN, GRAND ORİENT LOCASINA, STALİN İSE, ROSICRUCIAN LOCASINA BAĞLI BİRER MASONDURLAR.(John Daniel, Two Faces of Freemasonry, Day Publishing, 2007, s. 449) Stalin, 60 milyon insanın hayatına malolduğu tahmin edilen yönetimi boyunca, evrim propagandasına büyük önem vermiştir. Otobiyografisinde şu sözler yer almaktadır:
Okullardaki öğrencilerimizin zihnini yaratılış fikrinden temizlemek için onlara üç şeyi özellikle öğretmeliyiz: Dünyanın yaşını, jeolojik orijinini ve Darwin'in öğretilerini. (Kent Hovind, The False Religion of Evolution, http://www.hsv.tis.net/….ke4vol/evolve/ndxng.html (bu kitap sadece internette yayınlanmıştır))
Komünist Devrimi'nin Lenin ile birlikte diğer kurucularından biri olan Leon Trotsky ise "Darwin'in buluşu tüm organik madde alanında diyalektiğin (diyalektik materyalizmin) en büyük zaferi oldu" yorumunu yapmış olan bir diğer Darwinist’tir. (Alan Woods-Ted Grant, "Marxism and Darwinism", Reason in Revolt: Markxism and Modern Science, London:1993) LEON TROTSKY DE, aynı şekilde GRAND ORIENT LOCASINA BAĞLI BİR MASONDUR. Trotsky, Rusya’dan sürülüp Güney Amerika’ya yerleşmesinin ardından Latin ve Güney Amerika bölgelerinde Grand Orient localarının birleştirilmesi görevinde bulunmuştur. Bugüne kadar, Küba da dahil olmak üzere Güney Amerika’daki komünist ayaklanmaların tümü, bu localar tarafından organize edilmektedir. (John Daniel, Two Faces of Freemasonry, Day Publishing, 2007, s. 449)
Benzer şekilde, Çin komünizminin kurucusu Mao Tse Tung da "Çin sosyalizminin temelini, Darwin'e ve evrim teorisine dayandırdığını" açıkça belirtmiş olan kanlı bir komünist liderdir. Ve MAO TSE TUNG DA, GRAND ORİENT LOCASINA BAĞLI BİR MASONDUR.8 Mao Tse Tung'un Darwin’e dayandırdığı Çin sosyalizmi, tarihin en baskıcı ve en kanlı rejimlerinden biridir. O dönemde Çin, sayısız politik idama sahne olmuştur. İlerleyen yıllarda ise Mao'nun "Kızıl Muhafızlar" adını verdiği genç militanlar, ülkeyi tam bir terör ortamına sürüklemişlerdir. Çin, halen aynı kirli komünist sistemin etkisi altında, aynı kanlı diktatörlüğü sürdürmektedir. Son dönemlerde Çin’de yaşanan tarihin en büyük soykırımı ve ardından gelen korkunç idamlar, Mao’nun kendi ifadesiyle Darwin’in evrim teorisine dayanan, aynı sapkın ve kirli masonik sistemin etkisinin devam ettiğini açıkça göstermektedir.
BU KİŞİLERİN TAMAMI DARWİNİSTTİR ve TAMAMI MASONDUR. BU KİŞİLER, KURAN, TEVRAT VE İNCİL’E KARŞI OLAN, ALLAH’A BAŞKALDIRAN DECCAL KOMİTESİDİR.
Dünyayı dinsizliğe, dejenerasyona, nefret ve amaçsızlığa, savaşlara sürükleyen Darwin; onun fikir babası olan dedesi Erasmus Darwin, milyonlarca kişinin ölümüne sebep olan ve Darwinizm’i destekleyen komünist ideolojinin kanlı liderleri, YÜKSEK DERECEDEN BİRER MASONDURLAR.(John Daniel, Two Faces of Freemasonry, Day Publishing, 2007, s. 572) Bugün, hiçbir bilimsel delili olmamasına karşın evrim teorisi, bütün dünyada kanunlarla korunmakta ve desteklenmektedir. Gençler, bu sapkın teoriyi öğrenmek, öğretmenler de savunmak zorunda bırakılmaktadır. Evrim teorisine karşı gelenler, derhal görevlerinden alınmakta, susturulmaktadır. Çünkü, dünyayı kana bulayan, toplumlara dinsizliği aşılamaya çalışan bu sapkın ideoloji, deccalin, yani masonluğun en önemli kalesidir. Kanlı komünist ve faşist liderlerin bu teoriye kararlılıkla bağlı olmaları ve Darwin’in öğretilerini uygulayarak milyonlarca kişinin kanını döktükleri dikkate alındığında, bu deccal komitesinin dünya çapındaki etkisi anlaşılabilmektedir.

Deccalin Sinsi Oyunu

Deccali sistem olan masonluk, dünya çapında kendince sinsi bir oyun oynamıştır. Müslümanları, Hıristiyanlara deccal olarak göstermeye çalışmıştır. Hıristiyanları da Müslümanlara deccal olarak göstermeye çalışmıştır. Samimi dindarları birbirine düşürüp, iki dindar kesimi karşı karşıya getirip, onları birbirinden şüphelenen, birbiriyle mücadele eden iki karşı grup gibi göstermiştir. Deccal, bunu yaparken, her iki tarafın samimi dindar kesimini bu yolla ezmeyi, onların güçlerini kırmayı amaçlamıştır. Bu, deccalin, İMAN EDENLERE KARŞI FİKRİ MÜCADELESİNDE, TELKİN GÜCÜYLE, SİNSİCE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ BİR KOMPLODUR.
Masonlar, bu sinsi oyunun bir parçası olarak, Hıristiyanlara diğer inananlarla mücadeleyi, şevk ve heyecanla yapılan kutsal bir mücadele görünümünde göstermiş ve böylelikle Hıristiyanları da bu mücadelenin içine sokmuştur. Hıristiyanlar, bu sinsi oyun sonucunda, , deccal sistemi ile mücadele edeceklerine Müslümanlarla mücadeleye yönelmişlerdir. Deccal ise; Allah’a, Peygamberlere, cennet ve cehheneme gönülden inanan insanları birbirine düşürürken, aynı anda kendi şeytani faaliyetlerini devam ettirmek için fırsat bulmuştur. İnsanlar deccali sistemin etkisiyle Allah inancından uzaklaşmışlar, ATEİZM TÜM DÜNYAYA YAYILMIŞTIR. Deccal, her iki dinin de taraftarlarını baskı altına alıp, Darwinizm, faşizm, komünizm gibi Allah inancına karşı zulüm sistemlerini süratle geliştirmiştir. İki dinin taraftarları birbirleriyle suni bir kuşku içine düşmüşken, masonluk, bu komplo neticesinde gitgide güçlenme imkanı bulmuştur.

Deccalin sinsi oyunu neticesinde, Darwinizm’in etkisiyle dünyaya bir dönem hakim olmuş olan komünist ve faşist ideolojiler, MİLYONLARCA İNSANIN KATLİNE SEBEP OLMUŞTUR. Şu anda NE ABD’DE, NE RUSYA’DA, NE DE ÇİN’DE DARWİNİZM ALEYHİNE HİÇKİMSE KONUŞAMAMAKTADIR. DEVLETLERİN FELSEFELERİ DARWİNİZM, MATERYALİZM ÜZERİNE KURULUDUR. Bunu yürüten de MASONLUKTUR. Şu an dünyada hakim olan sistem, Allah inancını hiçbir şekilde savunamamaktadır. Dünyanın neredeyse hiçbir yerinde “tüm varlıkları Allah yarattı” denememektedir. Bu sinsi hakimiyet neticesinde kitleler halinde bütün dindarlar ezilmekte, horlanmakta ve onlara karşı KATLİAM UYGULANMAKTADIR. Deccalin bu oyunu neticesinde, kitleler felakete sürüklenmiş, DÜNYADA 350 MİLYONDAN FAZLA İNSAN ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR.

Şu anda, deccalin bu sinsi oyunu ortaya çıkmışken, deccaliyeti dünyada hakim eden sistemin masonluk olduğu anlaşılmış ve deşifre edilmişken, bu oyuna karşı son derece uyanık olmak gerekmektedir. Allah’ın izniyle, Hz. İsa (a.s.)’ın nuzülü ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhuru ile, deccali sistem tamamen ortadan kalkacak, masonluğun fikir sistemi tümüyle yok edilecektir. Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın yeryüzüne güvenlik ve huzur getireceği Altın Çağ bu kadar yaklaşmışken, Allah’a ve Peygamberlere inanan samimi dindarların Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.) için ortam hazırlamaları, deccali sistem olan masonluğun oyunlarını bozmak için çaba harcamaları gerekmektedir. Rabbimiz, üstün gelecek olanların iman edenler olduğunu ayetinde belirtmiştir:

Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139)

Doğu Türkistan'da Müslüman Türk Milleti'ne Yapılan Soykırım Durdurulsun

196’sı açık, 600 tanesi gizli olmak üzere, TOPLAM 796 UYGUR TÜRKÜ, savunmaları dahi yapılmadan ve hiçbir gerekçe gösterilmeden her zaman olduğu gibi, keyfi olarak İDAM EDİLDİ. Komünist Çin’in kuruluşundan bu yana, toplam 35 milyon Uygur Türkü şehit edildi. Bu yaşananlar, çok büyük bir vahşet ve çok büyük bir soykırımdır. DÜNYA TARİHİNİN EN BÜYÜK TÜRK SOYKIRIMIDIR. Bu sayı her geçen gün artmaktadır.
Çinli yetkililer iki yıl önce, yaşları 15 ila 25 arasındaki Uygurlu genç kızlarımızdan 100 bininin Doğu Türkistan dışındaki bölgelere dağıtılmasını organize etti. Genç kızlarımız, aileleri sonlarının ne olduğunu bilmeksizin sefere zorlandı. HALA bu genç kızlarımızın akibetinin ne olduğu bilinmiyor. Çin, Doğu Türkistanlı Uygur Türkü bu genç kızlarımızın akıbeti hakkında bilgi vermelidir.
Tüm bu olanlara “oldu bitti” demek olmaz. “Bu kişiler idam edildi, genç kızlarımız kaçırıldı, konu kapandı” diyerek suskun kalınamaz. Bu uygulama, çok uzun bir zamandır, Çin’de sürekli olarak devam eden bir uygulamadır. Doğu Türkistanlı Uygur Türkleri çok uzun zamandır baskı altında yaşamakta, bu zulüm sürekli olarak devam etmektedir. BU ALENİ BİR İNSANLIK SUÇUDUR. BU SOYKIRIMIN BİR AN ÖNCE DURDURULMASI VE YAPILANLARIN HESABININ SORULMASI GEREKMEKTEDİR. LAHEY ADALET DİVANI BU DURUMA EL KOYMALI, SUÇLULAR YAKALANMALI VE ULUSLARARASI HUKUKA GÖRE CEZALANDIRILMALIDIR.
Doğu Türkistan’da ve tüm dünyada bu zulüm sisteminin durdurulması için tek çözüm Türk İslam Birliği’nin kurulmasıdır. Türk İslam Birliği'nin olduğu bir dünyada ise, Çin'in uluslararası hukuku tanımadan, böylesine acımasız bir uygulama yapması mümkün değildir.
Türk İslam Birliği, hem Doğu Türkistan'da yaşayan Müslümanların haklarını en güzel şekilde koruyacak, hem Çinlilerin ve Uygur Türklerinin bir arada kardeşce, huzur içinde yaşayabilecekleri bir güven ortamı meydana getirecek, hem de Çin'in gelişmesine ve güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Türk İslam Birliği, bir sevgi birliğidir. Muhabbet birliğidir, gönül birliğidir. Bu birliğin temeli, sevgi, fedakarlık, yardımseverlik, merhamet, hoşgörü, anlayış ve uzlaşıdır. Ayrıca insana saygı, sanatta, bilimde ve teknolojide en yüksek noktaya ulaşmak birliğin hedefidir. Birliğin kurulmasıyla, sadece Türk toplumları ve Müslümanlar değil, tüm dünya aydınlığa kavuşacaktır

21 Temmuz 2009 Salı

Dünyanın En İyi Korunan Veri Bankası: DNA

Lineer kromozomların sonlarında, tekrar eden DNA dizilimleri vardır. Bu dizilimlere, Telomeres adı verilir. Telomeres’lerin önemli bir fonksiyonu bulunur.

Savunmasız kromozom sonlarını, moleküler saldırılardan korurlar. Ancak, telomereslerin kendilerinin de bir korumaya ihtiyaçları vardır.

Telomeresler, düzensiz genom parçacıklarına benzerler. Ancak, onları bir arada tutan bir protein vardır.

Bu protein DNA replikasyonunun kromozom sonuna kadar kusursuz bir şekilde işlenmesi ile sorumludur.

TRF1 isimli bu protein, shelterin isimli altı proteinli bir yapının parçasıdır. Bu protein, telomeresler boyunca DNA replikasyonunun hatasız çalışmasını sağlamak için özel olarak yaratılmıştır.

Bu proteinin bulunmaması durumunda, telomeresler savunmasız kalacak, dna replikasyonu tamamlanamayacaktır.

DNA, son derece hassas dengelere dayalı bir sisteme sahiptir. Bu sistemde, replikasyonun tamamlanaması gibi en ufak bir aksaklık, kanser gibi çok ciddi hastalıklara yol açar.

TF1 isimli protein, genetik çoğaltmanın (replikasyonun) devam etmesi için adeta tüm engelleri ortadan kaldırmaktadır.

Şüphesiz bu, Allah’ın detay sanatının son derece muazzam bir örneğidir.

Bilindiği üzere, DNA’da çok sayıda tamir mekanizması bulunmaktadır. Bu protein ile birlikte, DNA’da sadece mutasyonlara ve dış etkenlere karşı tamir mekanizmalarının değil koruma mekanizmalarının da bulunduğu keşfedilmiştir.

Bu, son derece önemli bir bilgidir.

Dünyanın en iyi yazılım programlarının bile, açıkları vardır. İçlerindeki bilgiler kolaylıkla hasara uğrayabilir, veri kaybı yaşanabilir ya da heklenebilir.

Bu durumu önlemek için, geliştirilen her antivirüs programı düzenli güncellenmek zorundadır. Çünkü veri bankasına yapılan saldırılar, sürekli güçlenir.

DNA’da da durum aynıdır. DNA, dünyanın en büyük veri bankasıdır. Ve dünyadaki en iyi yazılım programlarından bile daha korunaklıdır. Bir bilgisayarın işlem kapasitesi ile DNA’nın işlem kapasitesi arasında elbette ki kıyas yapılamaz.

DNA, her saniye kendini kopyalamaktadır. Verilerini sürekli aktarmakta, sürekli işlem yapmakta ve hayatımız boyunca bir an bile durmadan dinlenmeden çalışmaktadır. O hiç durmadan çalışırken, sürekli saldırılar olur. Moleküler saldırılar, DNA’yı heklemeye, şifresini kırmaya ve sarmallarındaki bilgilerin arasına sızmaya çalışırlar.

Ancak, ne kadar sızmaya çalışırlarsa çalışsınlar, bu imkansızdır. Çünkü DNA, hem tamir mekanizmalarıyla hem de TRF1 proteinin de olduğu gibi çok özel koruma sistemleriyle donatılmıştır. Üstelik, herhangi bir güncelleme yapmak da gerekmez. Sistem, hatasız ve açıksız olarak kusursuzca işler.

DNA gibi ufacık bir bilgi parçasında, her biri ince ince işlenmiş böyle yüz binlerce detay vardır.

İmtihan ortamının gerçekçi olması için, her bir detay özel olarak tasarlanmıştır.


Evrimciler tarafından, insan vücudunda kusurlu zannedilen pek çok mekanizma ve sistemin son derece detaylı olarak yaratılması çok özel bir durumdur.

Eğer Allah dileseydi, detay olmadan da yaratabilirdi. Şüphesiz Allah, buna güç yetirir.

Ancak Allah, detayı yaratılışa bir delil kılmıştır.

Allah’ın detay sanatı, iman edenlerin Allah’a olan korkularının ve bağlılıklarının artmasına; inkar edenlerin de Allah’ın ayetlerine şahit olmalarına vesile olmakta ve Allah’ın yaratmasında “hiçbir eksik ve kusur olmadığını” delillendirmektedir.

Kaynak: Rockefeller University
http://newswire.rockefeller.edu/?page=engine&id=945