20 Nisan 2009 Pazartesi

DİŞ MİNESİNİ DAYANIKLI YAPAN KÜÇÜK ÇATLAKLAR

Dişlerimiz dayanıklılığı ve sağlamlığı ile bilinir. Uzun yıllar boyunca ezme, çiğneme, ısırma gibi pek çok yüksek basınca karşı direnç gerektiren konuda sürekli dişlerimizi kullanırız, ancak buna rağmen dişlerimiz çok uzun süre dayanıklı kalır.

Dayanıklılığını, mine isminde kaplı olduğu yapıdan aldığını bilen bilim adamları, ilerleyen teknoloji ile birlikte diş minesini "dayanıklı" bir malzeme yapanın ne olduğunu araştırdılar.

Diş minelerimize yakından bakan bilim adamları, diş minesinde çok özel bir yapı olduğunu keşfetti. Sanıldığının aksine diş minesinin tek bir pürüzsüz yapı olmadığını ve içerisinde küçük ancak derin olmayan çatlaklar olduğu keşfedildi.

Minenin diplerinden dış yüzeye doğru büyümeye başlayan bu çatlaklar, diş minesine uygulanan basıncı kendi aralarında paylaştırarak dişin kırılmasını engelliyor ve böylece mineyi daha sağlam ve dayanıklı bir malzeme haline getiriyor.

Ancak bu aşamada, bir sistem daha devreye giriyor. Dişte mevcut özel bir tedavi süreci başlıyor ve - bu çatlaklar büyürken- eş zamanlı olarak onları dolduran organik malzeme ile birlikte çatlakların derinleşerek dişin çürümesine sebebiyet vermesi de önlenmiş oluyor.

Kaynak: Herzl Chai, James J.-W. Lee, Paul J. Constantino, Peter W. Lucas, and Brian R. Lawn. Remarkable resilience of teeth. Proceedings of the National Academy of Sciences, 2009; DOI: 10.1073/pnas.0902466106

18 Nisan 2009 Cumartesi

450 MİLYON YILLIK BİTKİ SPORLARI BULUNDU



Bilim adamları tarafından, damarlı bitkilere ait 450 milyon yıllık bitki sporları bulundu.

Kara bitkilerinin sözde atalarının yosun benzeri bitkiler olduğunu öne süren evrimcilerin, bulunan fosiller ile birlikte hayali ağaçları da alt üst oldu.

Bulunan bitki sporlarının, damarlı bitkilere ait olması; damarlı bitkilerin zannedildiğinden çok daha önce var olduğunu da kanıtlamış oldu.


Kaynak: http://www.sciencenews.org/view/generic/id/42862/description/An_earlier_appearance_for_the_first_land_plants_

15 Nisan 2009 Çarşamba

İNSAN YÜZÜNDE BARKOD SİSTEMİ MUCİZESİ

Etrafımıza baktığımızda, bir sürü yüz görürüz. Tanıdığımız birinin yüzünü ise; ne kadar kalabalık bir ortam olursa olsun fark etmemiz sadece birkaç saniye alır.

Bu, görsel kortekste gerçekleşen oldukça kompleks bir süreçtir.

Beyindeki yüz tanıma sürecinin nasıl gerçekleştiğini araştıran bilim adamları, oldukça şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır.

Yapılan araştırmalarda, yüzün beyin tarafından okunabilen bir barkod sistemine sahip olduğu keşfedilmiştir.

İlk önce kaşlar, gözler, dudaklar gibi yatay çizgi oluşturan özelliklerin beyin tarafından algılanmasından sonra, bu çizgilerin siyah ve beyaz renklerde kodlandığı belirlenmiştir.

Cilt ve yanaklar parlaklıkları nedeniyle beyaz olarak, dudaklarımız kaşlarımız ve göz çukurlarımızın da gölgelikleri nedeniyle siyah olarak kodlandığı tespit edilmiştir.

Araştırmayı yürüten Dr. Dakin “Bu şekildeki yatay bilgi çizgileri, süpermarket barkodlarını anımsatmaktadır” diyerek bu kod sistemine dikkat çekmiştir.

Süpermarket barkodları, bilgi sağlamanın etkin bir yoludur. Düz, tek boyutlu çizgiler sayı gibi 2 boyutlu karakterlerin algılanmasından çok daha kolaydır.

Çiçekler, manzaralar gibi farklı doğa görüntülerini inceleyen araştırmacılar, bu “barkoda elverişli sistemin” sadece yüzde olduğunu fark etmiştir.

Barkod, motif olarak, beynin görsel kısmında tanınması açısından çok daha elverişli bir modeldir. Birden fazla görüntünün beynin görsel korteksinde işlendiği durumlarda, farklı görüntüler içerisinden barkodu ayırt etmek daha kolaydır ve bu sayede de yüzün görüntüsünün beyinde değişmemesini sağlar.

Bu nedenle de, ne kadar hızlı hareket ederse etsin ya da ne kadar fazla görsel öğenin bulunduğu bir yerde bulunursa bulunsun, yüz her zaman tanınır.

Yüksek hızda hareket eden cisimlerin bulunduğu alanlarda, fotoğraf makineleri çektikleri görüntüyü aktarırken görüntünün arkasından uzayan bulanık yansıma görüntüler göze çarpar ve görüntünün kalitesi bozulur. Ancak yüz ne kadar çok sayıda hızlı hareket eden cisimlerin bulunduğu ortamda olursa olsun, her zaman tanınabilir.

Dr. Dakin, yüzdeki bu barkod sisteminin “daha iyi yüz tanıma yazılımları” geliştirmek açısından çok önemli olduğu görüşünde. Yüz tanıma programları her ne kadar ilerlemiş olursa da olsun, kalabalık gibi kompleks sahnelerde yüzleri tanımada henüz pek başarılı değiller. Yüzdeki bu kod sisteminin taklit edilmesiyle birlikte , polislerin havaalanında suçluları tespit etmesine yardımcı olacak CCTV kameralarının gelişmesi de sağlanmış olacak.

Kaynak: http://www.sciencedaily.com/releases/2009/04/090413202728.htm

13 Nisan 2009 Pazartesi

ALLAH’IN ÜSTÜN YARATMA SANATININ BİR DELİLİ: FIÇI GÖZLÜ BALIK

Fıçı gözlü balık, başı şeffaf ancak gövdesi alışık olduğumuz pullarla kaplı, Pasifik Okyanusu’nun yaklaşık olarak 600 metre derinliğinde yaşayan bir balık türüdür.

Resimde görülen, kafasının önündeki iki siyah nokta, balığın gözleri değil; burun deliğine benzer farklı bir organdır.

Fıçı gözlü balığın gözleri, kafasının içerisinde yer alır... Resimde görünen yeşil kubbecikler, balığın göz lensleridir.

Her bir lens, kısa geniş bir tübün üzerine oturtulmuştur. Bu kısa tüpler, görüntüyü yakalayarak iletir.

Balık, diğer balıkların aksine sağa ve sola değil, başının içerisinden direk yukarı bakarak yüzer. Ancak, fıçı balıkları diledikleri zaman gözlerini tam olarak aşağıya çevirebilir ve bu sayede altlarında yüzen canlıları görebilirler.

Savaş uçaklarının camlı kokpitine benzeyen fıçı balığının gözlerinin neden kafasının içerisinde olduğunu anlamaya çalışan bilim adamları, şeffaf kafatasının balık için adeta bir dalgıç gözlüğü işlevi gördüğünü tahmin etmektedirler.

Kaynak:
http://www.sciencenews.org/view/generic/id/41732/title/FOR_KIDS_Fish_needs_see-through_head

11 Nisan 2009 Cumartesi

UZAY SADECE 118 KM UZAKTA

Calgary Üniversitesi’nden bilim adamları Dünya’nın atmosferinin rüzgarları ile hızı saatte 1000 km’ye ulaşan uzaydaki yüklü parçacıklarının akışının arasındaki geçişi takip edebilecek yeni bir aygıt geliştirdi.

Geliştirilen aygıtla, Dünya’nın atmosferi ile dış uzay arasındaki sınırı tespit etmek mümkün oldu. Calgary Üniversitesi’nden bilim adamları uzayın Dünya’dan 118 km yukarıda başladığını tespit etti.

Bu bilgi ile birlikte uzay ile aramızdaki mesafenin, İstanbul ile Yalova arasındaki mesafeden bile daha kısa olduğu ortaya çıkmış oldu.

Uzay’dan gelebilecek tehlikelere ve göktaşlarına İstanbul’un her yanından görünen Yalova'dan çok daha yakınız.
_______________________________________________

Kaynak:
Rocket based measurements of ion velocity, neutral wind, and electric field in the collisional transition region of the auroral ionosphere. Journal of Geophysical Research, 2009; 114 (a4): A04306 DOI: 10.1029/2008JA013757