(Rum Suresi, 54)
Bir çayı karıştırmak, gazetenin sayfalarını çevirmek, yazı yazmak gibi sıradan gördüğümüz işlemleri yürüten elimiz gerçekte inanılmaz bir mühendislik harikası olarak çalışmaktadır.
Elin en önemli özelliği, tamamen standart bir yapısı olmasına rağmen birbirinden çok farklı kullanım alanlarında büyük bir verimle işlemesidir. Çok sayıda kas ve sinire sahip olan kollarımız, şartlara göre elimizin kuvvetli veya yumuşak kavramasında yardımcı olurlar. Mesela; insan eli, yumruk sıkılmamış haldeyken bile herhangi bir nesnenin üzerine 45 kilo ağırlığında bir güçle darbe indirebilir; diğer taraftan da başparmak ve işaret parmağı arasına aldığı, milimetrenin onda biri inceliğindeki bir kağıt parçasını da hissedebilir.
Görüldüğü gibi bu iki işlem de birbirinden tamamen farklı niteliklere sahip işlemlerdir. Biri çok ince bir ayar gerektirirken, diğeri tam tersine büyük bir güç gerektirmektedir. Ama biz, kağıdı alırken de, yumruk atarken de 1 saniye bile nasıl yapmamız gerektiğini düşünmeyiz, ikisi arasındaki güç farkını ayarlamayı da düşünmeyiz. "Şimdi bir kağıt alacağım en iyisi 500 gramlık bir güç uygulayayım, şimdi de su dolu kovayı kaldıracağım bunun için de 40 kiloluk bir güç uygulayayım" demeyiz. Bunlar aklımıza bile gelmez.
Çünkü insan eli bütün bu işlemleri aynı anda yapabilecek şekilde tasarlanmıştır. El, bütün özellikleriyle birlikte, kendisine bağlı bütün yapılarla birlikte aynı anda yaratılmıştır.
Eldeki bütün parmaklar, işlevlerine göre en uygun uzunluktadırlar ve en uygun yerdedirler, ayrıca birbirlerine orantılıdırlar. Mesela, normal başparmağa sahip bir elle atılan yumruğun gücü, normalden daha kısa bir başparmağa sahip elin attığı yumruğun gücünden daha fazladır. Çünkü başparmak, kendisi için seçilen uygun uzunluk sayesinde diğer parmakların üzerine kıvrılabilmekte, böylece onları destekleyerek güç arttırımını sağlamaktadır.

Elin yapısında çok ince detaylar vardır; mesela kas ve sinirlerin yanında bazı küçük yapıları da barındırır. Mesela parmaklarımızın ucundaki tırnaklar kesinlikle gereksiz aksesuarlar değildir. Yere düşmüş bir iğneyi alırken, parmaklarımız kadar tırnaklarımızın da yardımına başvururuz. Elimizdeki parmak izlerini oluşturan pürüzler ve tırnaklar sayesinde de küçük şeyleri rahatlıkla kavrarız. Hepsinden önemlisi tırnaklar, parmakların, tuttukları cisme uygulamaları gereken hassas basıncın ayarlanmasında büyük rol oynarlar.
Elimizi diğer organlarımızdan ayıran bir başka özelliği de yorulmamasıdır.
Tıp ve bilim dünyasının en büyük çabalarından biri; insan elinin bir benzerini yapay olarak üretebilmektir. Yapılan robot eller; güç açısından insan eliyle aynı performansa sahiptirler, ancak insan elinde var olan dokunmadaki hassasiyet, mükemmel manevra yeteneği ve değişik işler yapabilme yetenekleri konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Nitekim birçok bilim adamı, insan elinin tüm fonksiyonlarına sahip robot bir elin yapılamayacağını düşünmektedir. "Karlsruhe Eli" olarak adlandırılan robot eli yapan mühendis Hans J. Schneebeli bu konuda şunları söylüyor: "Robot eller üzerinde ne kadar çok çalışırsam, insanların sahip oldukları ellere de o kadar çok hayran oluyorum. İnsan elinin yaptığı işin bir kısmına bile ulaşabilmemiz için daha çok zamanın geçmesi gerekir."
Diğer yandan el genelde gözün ortaklığıyla işleyen bir organdır. Gözün algıladığı sinyaller beyne ulaştırılır ve beyinden gelen yeni bir komutla; el, yapacağı işe uygun olarak harekete geçer. Tabii ki bunlar çok kısa sürede ve bizim bu iş için özel bir çaba sarf etmemize gerek kalmadan gerçekleşir. Robot eller ise, ancak ya görme ya da dokunma özelliğini esas alarak hareket edebilirler. Yapacakları her işlem için farklı komutlar verilmesi gereklidir. Ayrıca robot eller farklı farklı fonksiyonları da yerine getiremezler. Örneğin piyano çalabilen bir robot el, çekiç tutamaz. Çekiç tutan bir robot el ise yumurtayı kırmadan tutamaz. Yoğun araştırmalar sonucunda yeni yeni üretilmeye başlayan bazı robot eller, bu işlemlerin 2-3 tanesini bir arada yapabilmektedir ama bu, elin kabiliyetlerinin yanında son derece ilkel kalmaktadır.
Tüm bunların üstüne; insanda iki elin aynı anda, mükemmel bir uyumla çalıştığı da eklenince, eldeki tasarımın kusursuzluğu daha net ortaya çıkmaktadır.
El, insanlar için Allah tarafından, özel olarak tasarlanmış bir organdır. Her özelliğiyle Allah'ın yaratma sanatındaki kusursuzluğu ve örneksizliği bizlere gösterir.








Bir kuş türü olan penguenler, kutuplarda buz üstünde yaşayan en kalabalık topluluktur. Diğer kuşlar gibi havada uçamazlar, ama derin suların en usta yüzücüleridirler. Suyun altında bu denli çevik ve hızlı olabilmelerini benzersiz vücut özelliklerine borçludurlar. Vücutlarını kaplayan kürkleri, derilerinden üretilen özel bir yağ sayesinde su geçirmezdir. Kaygan bir dalgıç kıyafetine sahip penguenler, böylece su altında saatte 25 km’ye varan bir hızla yüzebilirler.
Bütün yılı kutupta geçiren bir başka canlı türü ise foklardır. Yeni doğmuş bir fok yavrusu, yüzmeyi öğreninceye dek su üstünde kalmak zorundadır. Bu sırada postu, kamufle olup saklanabileceği şekilde beyaz renktedir. Büyüyüp geliştikçe kürkü de koyulaşır. Kalın kürkünün hemen altındaki 10 cm kalınlığındaki yağ tabakası ise onu soğuktan korumaya yeterlidir. Yavru fok, beyaz kürkünün rengi ile düşmanlarından, kalın yağ tabakası sayesinde de donmaktan korunmaktadır. Foklar da karadaki diğer canlılar gibi soluk almak zorundadırlar. Yine de uzun ve derin dalış konusunda ustadırlar. Bu özelliklerini, kanlarının biyokimyasal yapısına borçlular. Fizyolojik olarak, bir canlının ciğerlerinde tuttuğu havayı kullanarak derinlere dalması, vurgun yemesine neden olur. Fokun kanındaki alyuvarların yapısı ise bol miktarda oksijen depolamaya uygun bir tasarıma sahiptir. İşte bu nedenle fok, ciğerlerinde hava tutarak dalmaz, ihtiyacı olan oksijeni kanında çözünmüş olarak taşır. Ciğerlerinde hava tutmadığı için derinlere de rahatlıkla inebilmektedir. Araştırmalara göre fokun kanı, oksijen taşıma kapasitesi en yüksek kandır. Böylece foklar, tek bir dalışta, su altında yaklaşık 1 saat kalabilirler. Eğitimli dalgıçlar ise tüpsüz dalışlarda bu derinliklerde en fazla 4 dakika kalabilmektedirler.
Kutup koşullarına uygun olarak yaratılmış diğer bir hayvan ise kutup tilkisidir. Değişen iklim şartlarına ve çevreye göre bu tilkinin kürkü de değişerek en uygun hale gelir. Yazın eriyen buzla ortaya çıkan toprak, tilkinin saklanması ve avına usulca yaklaşması için bir problem oluşturmaz. Çünkü kürkü, artık üzerinde dolaştığı toprakla aynı renkte, kahverengidir. Kışın kar ve buz her yeri kapladığında ise tilki yine bir sorun yaşamaz. Kürkünün rengi değişir ve bembeyaz olur. Bu beyaz dünyada onu çevreden ayırt etmek yine imkansız gibidir. Kısacası her iki durumda da tilki ortama en uygun kamuflaj giysisi içinde, kendini diğer hayvanlara sezdirmeden dolaşmaya devam eder. Elbette tilki diğer canlıların onu nasıl gördüğünü bilemez. Bilse bile kendi kürkünün rengine asla karar veremez. Açıktır ki, onu her şeyi bilen Yüce Allah bu özelliklerle birlikte yaratmıştır. Allah tilkiyi de her koşulda yaşayabilecek, besinini kolayca elde edebilecek özelliklerle donatmıştır.
















